28 Aralık 2011 Çarşamba

Platonik

Bazı sözler var ki, söyleyen sadece sevilen olduğunda güzel ve anlamlı. Ötesi, tedirginlik...
"Yarın sabah 9 gibi geliyorum aşkım, görüşürüz"
(Aşkım mı? Aşkım mı dedi? Nasıl yani? Yok, yok bu böyle olmaz bu işi halletmeliyim)

Mide yangınlarına sebep olan bu sözden sonrasında, durumu fark eden arkadaşlarımın -kendince- çözüm önerilerine maruz kaldım. Baha-ne?
-Hayatımda biri var de.
-Lezbiyen olduğunu söyle.
-Görüşmeye gitme.
-Bence bir değerlendir ya! Neden olmasın ki?
-Pis bir faşist olduğunu söyle.
-Hard rockçı olduğunu söyle.
-Kitapları havalı görünmek için aldığını söyle.

Bir boğa insanı olarak genelde akıl alan değil akıl veren konumunda olmakla birlikte, fikrine ihtiyaç duyduğum ve düşüncelerini önemsediğim özel insanı aradım.
"Hiç bir açıklama yapmak zorunda değilsin, sadece istemediğini söyle. Biliyorum sen kırıcı olmamak istiyorsun ama bırak, kırılırsa kırılsın. Bu senin dışında gelişen bir durum zaten"

"Selam, neredesin?"
"Geldim canım, seninle en son vedalaştığımız yerde bekliyorum"
(Vedalaştığımız yer mi? Bu Türk Filmi tadında cümle de neyin nesi? Hepi topu bir kere görüştük zaten, sanki defalarca buluşup aynı yerde ayrılmışız gibi...)

"Hemen konuya girmek istiyorum. Seninle bir yazar-okur görüşmesi yapmıştık. En fazla yarım saat süreceğini düşündüğüm görüşmemiz 3 saat sürmüş ama oldukça kaliteli bir sohbet gerçekleştirmiştik. Ve felsefe, tarih, arkeoloji, siyaset, kitaplar dışında özel hiç bir konuya girmemiştik. Fakat senden ayrıldıktan sonrasında bana gönderdiğin mesaj ve gün gün tırmanan -cım ekli hitapların güzelim, hayatım, canım ve son olarak 'aşkım'a dönüşmesi beni şaşırttı."
"Haklısın, özel konuları hiç konuşmadık. Ama seninle sohbetimizden sonra duygularım gelişti zaten"
"Peki, tamam da...Ben belki evliyim. Belki de sen evlisin? 20 yaşında değiliz ki, kaşa göze aşık olalım. Ben senin yaşını kitabında biyografide gördüm. Anlatabildim mi?"
"Evet, doğru. Ama inan kaşa göze değil. Duygularıma engel olamadım."
"Ben bir ilişkim olsun istemiyorum. Ne sorumluluk almak, ne hesap vermek istemiyorum. Özgür bir insan olmanın keyfini yaşıyorum ve dostlarımla mutluyum. Seninle de yaptığımız bu kültürel sohbet güzel ama bu seviye yeterli."
"Tek taraflı yaşanacak bir durum değil zaten, anlıyorum. 14 saatlik mesafedeyim biliyorum ama her şey senden gelecek bir sözle değişir. İyi olacağına inanıyorum ben...En azından geldiğimde görüşürüz, el ele gezeriz, ne dersin?"
(El ele gezmek mi? Beni duymuyor mu acaba?)
"Tekrar ediyorum, gerçekten hayatımda birinin olmasını istemiyorum. Bunu istediğim zaman da, üst düzey paylaşımın olacağı bir birliktelik olur."
"Yaşamadan bilemezsin, ben de rock müzik dinlerim, ben de rakı-balık severim, Uykusuz okumuyorum ama ben de gırgır okurdum. Hatta çizmişliğim bile var"
(Gırgır?)
"Hı-hı. Çok güzel. İzninle, benim işlerim var."
"Gidince ararım seni?"

Kırıcı olmamak için çaba sarf ettikçe o, çözüm üreten bir direnişçiye dönüştü. Ben de biliyordum aslında, eşek gibi de biliyordum. Aşk zaten ilk görüşte olurdu ve aşkta mantık aranmazdı.

Ayrılırken, içimde yine aynı şarkı çalmaya başladı.
"Gönlüm hep seni arıyor, Neredesin sen?"

Yağmurdu sanırım, yanağımdan süzülen...

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

19 Aralık 2011 Pazartesi

YEPSYENİ BİR YIL

Yeni bir yıl yaklaşıyor. Yaşasın!
Madem ki -hala- nefes alıyorsun, umut var demektir.
Dum Spiro Spero!
Geçen yıl işler yolunda gitmedi.
Terk edildin, işsiz kaldın, hastalıklarla boğuştun, aldatıldın, dolandırıldın,
sırtından bıçaklandın, iflas ettin, sevdiklerini yitirdin,
en son ne zaman kahkaha attığını hatırlamıyorsun bile...
Olsun!
Giden bütün yıllar gibi bu yıl da şerefsiz, adi, beceriksiz çıktıysa senin suçun ne?

Yeni bir yıl yaklaşıyor. Yaşasın!
Yaşasın ya, gün plan yapma günü...

"Sigarayı bırakacağım"
"Yaza girmeden kilolarımdan kurtulmuş olacağım"
"Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceğim"
"Aşık olacağım"
"Bir daha aşık olmayacağım"
"Bir türlü bitiremediğim ilişkimi, çöpe atacağım"
"Ayrı eve çıkacağım"
"Daha çok (ders) çalışıp, herkesi şaşırtacağım"

31 Aralık'a kadar ülke genelinde kişi başına düşen hayal sayısı bir anda artıveriyor.
Hele bi Milli Piyango sana çıksın! Neler yapacaksın, neleeeeer!

31 Aralık günü yemekler hazırlanıyor, dostlar davet ediliyor.
(Ya da düdüklenme göze alınıp, bir mekanda giriliyor yepsyeni yıla)

Yeni yıla girme işlemleri ;
Önce bir "kadersizlik pasaportu" lazım (evet, evet geçen yıllarda almıştım)
"Vize" için gerekenler var bi de...
(Çam ağacı süsleme işi, fırında soslu hindi, çerezler, alkollü içecekler, yılbaşı hediyeleri,
eskiden kartpostalla yapılan kutlama smsleri, yılbaşı piyango biletleri...Heh, her şey tamam)


- Olley be! Eski yılda kalmayacağız, biz de herkes gibi yeni yıla girebileceğiz.
- Dur! Daha "ayakbastı" geleneklerini yapmadın...
- O ne ola ki?
- Yeni yıla nasıl girersen, bütün bir yıl öyle geçer.
- Şans, bereket, sağlık, mutluluk için hazırlıkları diyosun, onlar da tamam.
- E, hadi o zaman. Geri sayım başlasın!

10-9-8-7-6-5-4-3-2 ve biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir!
Saat 00:00'da...
Kırmızı donlarla donanılıyor (şans, tutkulu aşk için)
Paralar sayılıyor (gelir artışı için)
Merdivenlerden çıkılıyor (kariyerde yükseliş için)
Bardak kırılıyor (uğursuzluklardan kurtulmak için)
Öpüşülüyor (küsmeler, kırgınlıklar olmaması için)
Nar kırılıyor (doğurganlık, sağlık, bereket için)
Musluklar ve ışıklar açılıyor (işlerin yolunda gitmesi için)

1 Ocak...
Çakırkeyfliğin hala hüküm sürdüğü beden, önce masayı sonra mutfağı toplamaya girişiyor.
Brunch tadında kahvaltı yapılıyor.
Evin her köşesinde dün gecenin izleri mevcut.
Uzayıp giden, bitmeyen bir gece adeta...
Dünyayla iletişime geçme isteği beliriyor sonra
-Haberler, gazete, internet-
"Dün gece meydana gelen kazada 4 kişi olay yerinde can verirken,
kazaya sebebiyet veren aracın sürücüsünün alkollü olduğu.."

Hayat devam ediyor!
Mide isyanda, klozetle selamlaşmaya gidiyosun.

2 Ocak..
- Ann-neeee, Noel Dayı doğalgaz faturası getirmiş.
   320 Yee-Tee-Lee yazıyoo
- Ye-Te-Le diil yavrum, TL... Bildiğimiz "eski" TL

Yepsyeni bir yıla sadece 364 gün kaldı. Yaşasın!

Geri sayım yapıp, 10 saniyede yeni bir yıla giriyoruz. 
Sonra o koca yıl sindire sindire bize giriyor.
(Hakan KÖKSAL)


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

13 Aralık 2011 Salı

Hacı-yatmaz

Küçüktün...
Küçücük dünyan; oyuncakların, sponge bob, pokemon, hatatesli yumurta, ödevlerin, arkadaşların, rengarenk kaplı defterlerinden ibaretti. Seni çok seviyorduk kuşkusuz ama sen bizi ne kadar görebiliyordun?
Saatler süren -fısıltılı- tartışmalarımızı...
Gün be gün farklılaşan beden dilimizi
Aramızda oluşan kilometrelerce mesafeyi?
Küçüktün bebeğim, 10 yıllıktın sadece.

Oyun oynuyordun, ahh!
Bir müddet seyrettik seni, söze ne zaman, nasıl başlayacağımızı bilemedik.
Milyon kez erteledik belki içimizde o anı..
Babanın gözleri renk değiştirmişti yine, boz bulanık ama yeşilimsiydi.
Ağlamayacaktım!
Aslında baban da ağlamayacaktı ya! tutamadı..

-Annne baaaak! hacıyatmazım hiç devrilmiyoo!
- Hadi gel kucağıma, biraz seviyim öpeyim koklayayım seni. Hem seninle konuşmak istiyoruz biz.
- ?

Seni kucağıma aldım, sarıldım, kokladım ensenden.
Bebekliğin geldi aklıma, emerken durup bana baktığın anlar...
- Güzeller güzelim, pedimum..Sen bizim bitaneciğimizsin. Biz seni çok seviyoruz. Biliyosun di mi?
- (endişeli gözlerle) hı-hı?
- Birbirimizi sevmekten de asla vazgeçmeyeceğiz.
- ...
- Bir keresinde bana sormuştun, hatırlıyor musun? "siz babamla nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz anne?" diye
Ve ben de sana, nasıl aşık olduğumuzu, nasıl aylarca birbirimize sevgimizi söyleyemeden kıvrandığımızı, evlenmeyi ne çok istediğimizi anlatmıştım.
- Şiirler bile yazmışsınız bir sürüü, okumuştuk birazını.
- Evet canimum, yazdık, çok sevdik, çok aşık olduk. Şimdi de seviyoruz birbirimizi. Ama artık başka türlü seviyoruz. Filmlerde birbirini seven insanlar olur ya hani..Artık öyle değiliz biz ama yine seviyoruz. Annanneni sevdiğim gibi, dayını sevdiğim gibi seviyorum. Hasta olursa yine en çok ben üzülürüm, baban da öyle...
- Boşanacak mısınız?
(Baban hıçkırıyor, kahretsin! bunu yapmayacaktık, konuşmuştuk)
Tekrar soruyorsun, kırgın sesinle...
- Evet canım...
 Ama hemen değil. Bir müddet sonra baban bu evde olmayacak. Ama bize çok yakın olacak. Birlikte gezeceğiz yine.
- Babamı görebilecek miyim?
(Baban söze giriyor, hıçkırıklı sesini toparlamaya çalışarak)
- Tabi ki bitanem, tabi ki çiçeğim. Ben hep yanında olacağım.

Daha bir sokuluyorsun bana. Daha sıkı sarılıyorsun. Ağlıyorsun...
O küçük çenen titremeye başlıyor, kuş gagan...
İçli baklam benim! Nasıl da içli içli ağlıyorsun.
Omuzum sırılsıklam.
Beni sıkı sıkı sararken, küçük ellerinle sırtıma vurur gibi küçük yumruklar atıyosun.
İçinde fırtınalar kopuyor belki ama bilirim. Kıyamazsın ki bana...
(Bu küçük ellerle nasıl yaşıyosun?)

Yirmi dakika. Tam yir-mi   da-ki-ka  aralıksız ağlıyorsun.
O 20 dakika babanla gözgözeyiz. Asır gibi geliyor o 20 dakika...
Beynimde geçip duran tek bir alt yazı var "şimdi ne olacak?"

Yirmi dakikanın sonunda kucağımdan kalkıyorsun,
baban da sarılmak istiyor sana...
Seni hep görebilicem, di mi? diyorsun bir kez daha.
- Evet kızım, evet her zaman.
- Tamam o zaman.

Hiçbir şey olmamış gibi yine hacıyatmazının yanına gidip, oyuna dalıyosun.
- Bu hacıyatmaz da hiç devrilmiyo ki, hep o kazanıyo.

Hacı gerçekten de yatmadı. Hiç devrilmedi.
Biz bazen devrildik, evet..Biz'den kalan biz, bazen devrildik...
Ama yıkılmadık.
Ya da annen iyi bir yönetmendi, devrildiğimiz yerleri çekim dışında tuttu, göstermedi.
Kendimi hacıyatmaz gibi hissettiysem, bunu sana borçluyum aslında pedimum...
Beni ayakta tutan, beni hayatta tutan tek gücüm...

İyi ki var ettik seni!

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

7 Aralık 2011 Çarşamba

Canimu

Adı o güne dek duyduğun en anlamlı sözcük olur,
her gün binlerce kere zikredersin.
İsimler, sıfatlar, yeni yeni sözcükler sıralanır peş peşe
aşkın yüceliğini dillendirebilmek için...

Telefonuma seni "can" diye kaydetmiştim, görünce nasıl çocuklaşmıştın.
Can demek yetmez oldu "canimu" oldun.
Havalara uçmuştun!
Parmak uçlarıma kadar öpücük yağmuruna yakalanmıştım.

Ertesi gün...
Yanımdaydın, sıcacıktın, sıcak ekmek kokulumdun.
"Hadi beni çaldır bebeğim, bak sana ne göstericem" 
"Pikkiiii"
Çalıyor.
Bir numara göründü.
Tanıdık bir numara (benim miydi?)
İsmim?
Başım uğuldadı, dünya durdu.
(Benim numaram, sadece numaram, sadece numaram)
"Bu muydu?" diyebildim çıkan sesime hayretle...
Hayal kırıklığımın, can kırıklığının,
içimde çöken on katlı binaların sesiydi belki de.
Yüzümdeki gülümsemem donduğunda,
sen de bir o kadar allak bullaktın.
Ağlamaklıydı sesin :
"Aşkımmm! Yapma! Tabi ki kayıtlısın, bak n'olursun bak!"

A- Aşkımm
B- Benli beneklim
C- Canımın içisi
Ç- Çiçeğim
D- Dermanım
E- Elma şekerim
F- Fiona'm
G- Güzeller güzelim
H- Hasretinle yandığım
I- Isıt-ısıt-ısıt!
İ- İkinci baharım
J- Juliet'im
K- Kadınım
L- Leylak kokulum
M- Minikim
N- Nazar boncuğum
O- Ortağım
Ö- Öp-öp-öp!
P- Prensesim
R- Ruhum
S- Sarışınım
Ş- Şansım
T- Tatlı dillim
U- Uğur böceğim
Ü- Üşüyen alevim
V- Varım, yoğum
Y- Yar'ım
Z- Zemherim


Her harfte kayıtlı olduğum için hiçbir isim görünmüyordu haliyle.
Duygu dalgalarında gezintiye çıkmıştık.
Paramparça olan yüreğimin her bir parçası kanat takmış uçuyordu.
Yanımdaydın, sıcacıktın, sıcak ekmek kokulumdun.

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

Doğru Açı

Tıp öğrencisi Bursa'daki Bilge Kitabevi'nin raflarını karıştırırken aradığı kitabı bulduğuna sevindi. Kitabın arkasını çevirdiğinde gördüğü fiyat gülümsemesini dondurdu. Belli etmeden sayfaları hızla geçti, aradığı bölümü buldu. Kitabevinin sahiplerine gizlice baktı. İkisi dünyadan bihaber müşterilerle görüşüyorlardı. Öğretmeninin ödev verdiği yeri hızla okudu, bitirince dışarı çıktı.

Ertesi gün yine geldi ve kitabın olduğu bölmeye geçti. Neyse ki raflar kendisini gizliyordu, hızla sayfayı buldu ve okumaya başladı.
Öğrenci yaklaşık bir ay boyunca iki günde bir kitabevine gidip dersine çalıştı, iş yerinin iki sahibi hiç farkına varmadılar. Bitirme sınavına bir hafta kala kitapçıya yine hayalet gibi süzüldü. Kitabın olduğu rafa geldiğinde kitabı bulamadı. Alt rafa, üst rafa baktı, bulamadı. Genç öğrencinin rengi attı. Belli etmeden tüm rafları inceledi. Kitap satılmıştı. Buz gibi bir renkle orayı terk ederken bir aydır ilk defa kitapçının iki sevimli sahibiyle göz göze geldi.
"Merhaba" dediler.
"Merhaba..."
"Oturmaz mısınız?"
Öğrenci sessizce kendisine gösterilen tabureye oturdu.
Kitapçı tezgahın altına uzandı. Genç öğrencinin korku dolu bakışları altında kitabı çıkardı.
"Geçenlerde biri geldi ve fiyatını sordu; alacak gibi göründü. Ben de raftan indirdim v senin için sakladım. Buradan okuyabilirsin." dedi.
Genç öğrenci, doktor çıktıktan sonra da Vural ve Mustafa Bey'i hiç unutmadı, fakir hastalarından hiç ücret almadı.



"Biri hakkında karar vermeden önce onun makosenlerimi giy ve ay üç defa görünüp kayboluncaya kadar karar verme" Kızılderili Atasözü

Dünyada sadece bir çift kalan nadir bir orangutan türünün erkeği ölmüş. Bu ender hayvanın üreme ihtimali sıfır, bu yüzden soyu tükenecek. Ne yapalım diye düşünmüşler; kurullar toplanmış, çözüm yok. Kuruldaki bir Türk bilim adamı şöyle demiş: "Bizim memlekette bir İsmet Ağabey var, söylemesi ayıptır aynen bu orangutana benziyor, hatta biraz daha kıllıdır. Ondan rica edebiliriz, 100-200 dolar da ödül verirsek bu işi yapar ve orangutanların soyunu kurtarır herhalde" demiş.
Bakmışlar başka çare yok, İsmet Ağabey''e gitmişler ve durumun önemini, yapacağı hizmetin büyüklüğünü anlatmışlar, bir de "Karşılığında 100 dolar söz konusu" demişler. İsmet Ağabey düşünmüş ve "Olur ama üç şartım var" demiş.
Herkes sevinç ve merakla "Ne?" diye sormuş.
"1.Öpüşmem,
2. Yavru erkek olursa rahmetli babamın adını koyarsınız,
3. 100 dolar çok, en fazla 50 dolar veririm!"


Anlamak için çok dinlemelisiniz, dinlemek için dinlemeyin. Dinlemek zeka belirtisidir, konuşmak değil. İnsanlar ağızlarıyla söylediklerini kulaklarıyla duysalardı çok daha az konuşurlardı.
Bazen karşınıza biri çıkar, hiç katılmadığınız fikirler söyler, siz de onu ikna etmeye çalışırsınız; sonuç koca bir hiçtir. Mevlana diyor ki; "Aptalın karşısında kitap kadar sessiz ol"
Batı'da bir deyim vardır : "Budalayla tartışma, dışardan bakanlar farkı anlamayabilirler."

Çıkarken kapıyı kapatırsanız sevinirim.
BY

29 Kasım 2011 Salı

Sahibim var

"Kediler hoş görünüşlü, yuvarlak başlı, sivri kulaklı, uzun bıyıklı hayvanlardır. Bıyıklarının dipleri sinirlere bağlıdır. Dokunma duyusu görevi yaparlar. Ön ayakları beş, arka ayakları dört parmaklı olup, kancalı tırnaklarını içeri çekebilirler. Tırnaklarını ağaçlara sürterek bilerler. Hassas işitme ve görme duyuları vardır. İnsan kulağının duyamadığı yüksek frekanslı ses titreşimlerini kaydederek çok hafif sesleri duyarlar. Genellikle gece avlanırlar. En az 9500 yıldır insanlarla birlikte yaşayan kediler, iyi koşullarda 20 yıl yaşayabilir."


Kedilerin başına buyruk bir "karakteri" vardır.
Onları eğitilemez gösteren, son kararı kendilerinin verdiği gerçeğidir. İnsanlar veya köpekler gibi sürü hayvanı olmadığı için, sadece kendi ihtiyaç ve isteklerine göre hareket ederler.
Elbette ki, sözünü ettiğim eğitim "tuvalet eğitimi" ya da "yasak bölge: mutfak tezgahı vb. uzak tutmak" değil. O bölümde çoğunlukla sıkıntı olmaz.
Ama çağırdığınızda size bakması bile onun keyfiyetindedir. 
Her sabah yatak ucunuza gelip sizi öpmesi, sadece o istediği için gerçekleşir. 
Tv koltuğunuzdaki mülkiyetinizi unutun ; artık O'nun seçmediği yerler size ait :)


Her sabah uyandığında sizi mama kabına çağırır, yere yatıp kendisini sevdirir. 
Yemek yerken başında beklemeniz ona eşlik etmeniz için elinden geleni yapar.

Merdivenlerden çıkarken durur ve öpücük ister, verirsiniz.


Her akşam iş dönüşü onu "bekler" durumda bulursunuz, kendisini sevdirir. 

Bütün gün sizi özlediği için buna izin verebilir. Hatta bu izinden çok emir gibidir "sev beni!"
Ama sadece onun istediği süre kadar...
"Muuow" sesiyle birlikte başını elinize doğru yönelttiyse, bunun anlamı "yeter, daha fazla sevme!" demektir.
Bütün bunlara uyum sağlamaya başladığınızda artık "eğitiminiz" tamamlanmıştır. 


Sabahları evin "neşeli bebeği"
Geceleri "huysuz ihtiyarı"dır.


Rutinlerinden vazgeçtiğinde içine kapandığını, küstüğünü görebileceğiniz gibi;
İyi bir gözlemciyseniz onun mama / kum konusunda bile seçici davrandığını, tercihleri olduğunu fark edebilirsiniz. 


Birinden hoşlanmadığında, onu hafızaya aldığını ve 2 yıl sonra bile yeniden karşılaşsa, yine yüz vermediğine şahit olup fotografik hafızasına hayran kalabilirsiniz.


Bir sineğin peşinde saatlerce dolanıp kendisini "kaplan" zannederken,
elektrikli süpürge, çamaşır makinesi vb. aletlerin gürültüsünden köşe bucak kaçabilir.


"Hayır, yapma!" kelimesi  yapmakta olduğu işten 2-3 sn. alıkoymak dışında, onun için hiçbir şey ifade etmez. Bildiğini okumaya devam eder.


Kucağınıza alıp, sarılmaya çalıştığınızda kaçabilir. Ancak garip bir sezgi ile modunuzun düşük olduğunu ya da hasta olduğunuzu bilircesine "o" size gelir.




O, izlemeye doyulamayan dört ayaklı sevgilimizdir.
Unutmayın! Bir kediniz varsa, sahibiniz de vardır.




Çıkarken kapıyı kapatırsanız sevinirim.
BY





Konuş-ma!

Konuşmak

Kadınlar stres altındayken içgüdüsel olarak duyguları ve onlarla bağlantılı tüm sorunları hakkında konuşmak ister. Sorunlarına çabucak çözüm bulmaktan çok, kendini ifade ederek (çoğunlukla konuşurken, çözümü kendisi fark eder) rahatlamak ister. Kendilerini daha iyi hissetmek için, geçmişte kalmış ya da gelecekteki olası sorunları bile dile getirir. Kendisine kulak verildiğini görürse, üzerindeki stres yavaş yavaş kalkar, rahatlar.

Erkekler bu duruma "ortada bir sorun var, yetersiz kalmamalıyım" hissiyle çözüm üretme zorunluluğuyla  yaklaşır. Oysa, kadının tek istediği sadece konuşup rahatlamaktır.
Kadının yakınmalarına "kendince çözüm üretmek adına" cevaplar veren erkek, farkında olmadan tartışmaya doğru hızla yol almaktadır.

"Beni dinlemiyorsun..."
"Ne demek dinlememek, her kelimesini tekrarlıyım istersen"

"Sanki senin için önemli değilmişim gibi hissediyorum"
"Saçma! Tabi ki önemlisin"

Yansımalı sözler: 
"İyiyim" (Derdimi seninle paylaşmak istemiyorum, bana destek olacağını sanmıyorum)
"Hiçbir şey" (Beni neyin rahatsız ettiğini bilmiyorum, anlamak için soru sormana ihtiyacım var)
"Her şey yolunda" (Böyle olması gerekiyor, yoksa birbirimizi incitebiliriz)
"Önemli değil" (Pireyi deve yaptığımı düşüneceksin, konuşmaya korkuyorum)
"Sorun değil" (Erteleyeceğimiz bir sorunumuz daha oldu, müjde!)


Erkeklere tavsiye:
Sizlerin aksine kadınlar bazen sadece bilgi alış-verişi için, yüksek sesli düşünerek çözüm bulabildikleri için, üzüntülüyken rahatlayabilmek için, yakınlık oluşturmak için konuşurlar ve konuşmayı severler.
Her konuşmayı yakınma olarak algılamak ve ille de çözüm bulmaya çalışmak yerine, sessiz kalıp sadece dinlediğinizde daha az tartışma yaşadığınızı göreceksiniz.

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.

BY

23 Kasım 2011 Çarşamba

Karşıyım karşı, her şeye karşı!

"Karşıyız karşı, her şeye karşı"
karşı olmak lazım
bu olup bitene
iktidar kadar muhalefet de lazım
memlekete millete

karşıyız karşı, her şeye karşı
bir boşluk var muhalefette amaaan, haydaaa
her yer olmuş icraatin içinden, iktidarın sesiiii
karşıyız karşıyız karşı her şeye karşı.



Bu jeneriği hatırlayan kaldı mı / var mı?
Yılını tam olarak hatırlayamasam da,
Star1'de Ahmet Uğurlu (metin yazarı eşi Necef Uğurlu idi) ve Şoray Uzun ile Selin Dilmen'in de rol aldığı o güne kadar yapılmışlar arasında ennn çılgın program olduğunu ve program sonunda (Ahmet Uğurlu'nun yaptığı) yer alan "karşı dans"ı dün gibi  hatırladığımı söyleyebilirim.

İçime "muhalif olma, karşı durma, tepkisiz kalamama" tohumlarını bu programın ektiğini itiraf etmeliyim.

Ezbere, hissetmeden, içine işlemeden mekanikçe yapılan her işe karşıyım.
Sadece küçük insanların içinde rastlayabileceğimiz dev aynalarına
Hoşgörüsüzlüğe
Irkçılığa, bölücülüğe, ötekileştirmeye
Adaletsizliğe ve buna göz yumanlara
Yasakçı zihniyete
Sosyal paylaşım sitelerinde sürdürülen tüm ikili ilişkilere
Milli Mücadele adına sanal ortamda bayrak, kurdela, asker gibi görsellerin kullanımına
Kimliğini gizleyenlere
"Son lafı ben söyledim, nasıl da koydum ama" zihniyetine
Karşıt fikri -konuşa konuşa- çökertebileceğini düşünenlere
Bunu başaramayacağını anlayınca ya "vatan-millet" ya da "elhamdülillah" üzerinden saldırıda bulunanlara
Benim adıma karar verip, benim iyiliğimi benden önce düşünenlere
Enn olmaya çalışanlara
-Mış gibi yapanlara
Özensiz hazırlanan bütün işlere, saçma sapan ve birbirinden farksız onlarca yerli diziye
Sahte gülücüklere, sözlere
Başkalarının mutsuzluğuyla beslenenlere
Yüz verince astarını isteyenlere
Kaybetmeden kıymet bilinmemesine
Fast food gibi yaşanan ama ayakta alkışlanamayacak şekilde biten aşklara
Nasıl sevdiğini unutup, eski sevgili hakkında atıp tutanlara
Hayvanlara yapılan her türlü kötü muameleye
Sahip olduğu gücü sonsuz sanıp, kadınını döven erkeğe
Dayakla eğitim verileceğini düşünen anneye ve öğretmene
Her şeyi ucuza getirmeyi amaçlayan zihniyete
İnsan sağlığının hiçe sayılmasına
Her şeyin modaya endeksli hale gelmesine
Popüler kültüre ve dayatmalara
Tutulmayacak sözler verilmesine
"unutmayacağız" denilen her şeyin unutulmasına
Çevreye, yaşadığı yere önem vermeyen "yok edici" yaşam biçimine
Uyuşturucuyu alan / satan / zararsızdır diyenlere
Çocukların -hangi alan olduğu önemli değil- çalıştırılmasına, sömürülmesine
Taciz ve tecavüze
Nezaketin ve saygının yitimine
Aceleye getirilen sekse
Ve daha pek çok şeye...

KARŞIYIM!


"Karşı Show"un yeniden hazırlanması dileğiyle...

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.

BY

16 Kasım 2011 Çarşamba

Dostum...dostum, dostum...

Ne güzellik, ne erdem, ne para...
Hiç bir kurala ve çıkara tabi olmayan tek ilişkidir,
gönüllü kardeşliktir dostluk. 

Dipten ve sürekli akan,
parıldayan ama göze girmek istemeyecek kadar mütevazi kalan...


Ortak olan...
Gece yarısı bile çekinmeden aradığın
Utanmadan sıkılmadan, yanında ağlanabilen
İçinden geldiği gibi sevip, paylaşabildiğin
Özveri olduğunu düşünmeden, verebildiğin
Kırılsan da, darılsan da, görmesen de içtenlikle iyiliğini istediğin
Hiçbir şey konuşmadan da, çok şey anlatabildiğin
"İyi ki varsın" derken, gözlerini yaşartan
Ortak geçmişin, cebinde biriktirdiklerin, zenginliğin
Uğrunda tehlikeye atıldığın
Mutluluğunu, başarısını görüp kıskanamadığın
Sevgililerin varlığıyla azalan paylaşıma rağmen, varlığını hissettiğin
Mutlak güven duyduğun
Sırdaşın, suç ortağın, işbirlikçin
Yanlış anlaşılmayacağını bildiğin
Yaşam serüvenine an be an şahit olduğun
Düşünce birliğini yaşadığın
Düşünce omzunda ağladığın
Yıllara dayalı ortak bir dil ve espri anlayışı geliştirdiğin
Derdine derman olmak için düşünmeksizin çabaladığın...

Aşka doymuş insan "dost" arar.
Bilir ki, en çok aşkı yaşamışken dosta ihtiyaç duyar.
Bilir ki, aşktan daha nadir bulunur "gerçek dost"
Onsuz ne rakının tadı olur, ne aşk acısının...
Dostun geçmişin, aşkınsa geleceğindir.
Cebinde dostunla biriktirdiklerini, aşkınla harcarsın ya!
Harcanmayacak olandır dost...


DOSTLUK

Biz haber etmeden haberimizi alırsın, 
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. 
Gözümüzün dilinden anlar, 
elimizin sırrını bilirsin. 
Namuslu bir kitap gibi güler, 
alnımızın terini silersin. 

O gider, bu gider, şu gider, 
dostluk, sen yanı başımızda kalırsın



Nazım Hikmet RAN


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.

BY



1 Kasım 2011 Salı

Birini sevmek...

-Humphrey'nin kıymetli anısına-

"Bir adamın aşkı mizacının devamıdır. Yani erkek kavgacı ise sevdası da kavgalarla dolu olur. Kendine hep düşmanlar bulur. Sakin ve nazikse sevdası merhem gibi, bal gibidir. Eğer kendisine acırsa ve zayıfsa, aşkı da un ufak olup dağılır. Yok eğer neşeli bir herifse sevdası da şenlikli olur"

O'nu uyurken seyretmek...
Yanında duran bedenine inat, içine giremediğin rüyasından kıskanmak.
En çok kızıp nefret edilen, gerçekte en çok sevilendir.
Nefret beslerken bile, onu uykuda seyrederken "sevmek"
En çaresiz, en masum halindeyken tüm günahlarını sümen altı edip "yeniden sevmek"
Uğrunda her şeyi göze aldığın, kendinden yonttuklarınla "birini sevmek"

Mantığının almadığı ama yüreğinin kavradığı bir nedenle,
korumak ve tüm dünyadan sakınma duygusuyla sevmek...
O'nun gözünde "biricik" olduğunda, senden öncesinin önemini yitirmesidir sevmek.


Sahip olduğu her meziyeti sana saklasın istersin birini sevdiğinde...
Kahkaha atarken beliren gamzesi sana saklı kalsın diye,
her kahkahasını sana saklasın istersin.
İhtiyaçlarında "kurtarıcı"sı olabilmek için, akla gelen ilk isim olmak istersin.
Islak saçlarını nefesinle kurutmak, buza kesmiş ayaklarını her gece "sen" ısıtmak istersin -yüksünmeden-
Gördüğü her güzellikte, adın anılsın
Kurduğu hayalin, gördüğü düşün içinde kalmak istersin.
Hayran bakışlarla o film yıldızına değil, sade sana baksın istersin.
Gurur duyduğun güzelliği, onulmaz mide yangınlarına sebep olur.
"hep olmak, en olmak" isteyecek kadar "bencil"dir birini sevmek.

Zaman ıstırap verecek kadar yavaş, hem de çok hızlı akar birini severken...
Kirpiklerinin ıslaklığını gizlerken gururlu
kaskatı olmuşken bir tek sözüyle çözülüverecek kadar ilkesiz kalmaktır birini sevmek.
Defalarca aynı yerden bıçaklandığında -bunu yine yapacağını bilip-
yaralı yerini açıkta bırakmaktır birini sevmek...
Ok gibi sözlerini yüreğinden, kendini kanatarak sökecek kadar "sencil"dir birini sevmek.



Muşmula suratlı minicik bir kirpiyi,
yumuşak karnının çekiciliğine kapılıp
dokunarak sevme düşüyle
oklarına rağmen elinde taşımaktır birini sevmek!


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

29 Ekim 2011 Cumartesi

BANDO SESLERİ YÜREĞİMDE...


Seçme ve seçilme hakkımız var, 
yüce vicdanımızla karar verip kullanıyoruz.
Seçilme hakkımız tertemiz...Naftalinleyip, naftalinleyip kaldırıyoruz.

Seçmen beni seç! Beni seç, beni seç, beni seç!
En propaganda yapan, en çığırtkan, en flamalı, en vaatkar...

Bazen sadece muhalif durmak için, muhalif duruyoruz.
Bazen seçmiş olmak için seçiyoruz.
Gün geliyor -iki- kişiden biri oluveriyoruz.
Papatya falı kadar bölücü...
Seviyor / Sevmiyor
Papatyalar gerçeği söyler mi? 
Bu soruyu sordurtan durum daha gerçekçi değil mi, gelen cevaptan?

Son bir kaç haftadır kötü gelişmelere maruz kaldı ülkem.
Terör ülkesiydik, şehitler verdik...Kolumuz kanadımız kırıldı.
Deprem kuşağındaydık, kilometrelerce uzağa kırık kolumuzla uzandık...
Bizi tek bayrak altında toplayan ülkemize, cumhuriyetimize sarıldık.

88 yıl önce...
Mustafa Kemal Paşa`nın tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Fırkası grubunun yeni hükûmet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin Cumhuriyet olduğunu öngören bir yasa tasarısı hazırlandı.


Bu yıl...

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal edildi.
Ülkemizin içinde bulunduğu durumda kutlama yapmanın, eğlence olacağı kanısına varıldı.
Cumhuriyete katlanamayan = kutlanamayan Cumhuriyet 

Her yıl balkondan (titreye titreye bile olsa) izlerken gözlerimi dolduran miniklerin bando merasimiyle 


yoldan geçişlerini  izlemekten mahrum edilmek yüreğimi acıttı. 


Umarım bu son olur! 

Hepimizin TÜRKİYE CUMHURİYETİ Bayramı kutlu olsun...

Bando sesleri yüreğimde, mutfaktan gelen kötü kokular burnumda...


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

26 Ekim 2011 Çarşamba

Ben "DÜNYA"yım

Aynanın sırlarında kendimin seyrindeyim.
Omuzlarımda bir ağırlık
yüzüme sinmiş yorgun ve endişeli ifade..

Fazlayım sanki!
At kuyruğu yaptığım saçımdan başlıyorum işe,
parmak uçlarımla çekip çıkartırken lastik tokayı, hafiflediğimi hissediyorum.
Soyunmalıyım, evet soyunmalıyım!

Giysilerimi çıkarıyorum, yetmiyor.


Daha!

Seçtiğim / seçemediğim halde üzerime yapışan her şeyi...

Cinsiyetim...

Adım hatta bir türlü sabitleyemediğim soy adım :)

Ailem, akrabalarım...

Doğduğum yer, doğum günüm...

Dinim, uyruğum, dilim...

Ekononik gücüm, mesleğim... 

Siyasi görüşüm...

Çıkıntılı karakterim...

Soyunurken zorlandığım, Beşiktaş'ımı...


Bana ait olduğunu sanıp, körü körüne sahiplendiğim her şey...
Her şeyden vazgeçip, bir kez daha seyrettim kendimi. 
Irksızım, milliyetsiz, cinsiyetsiz, dilsiz ve dinsiz...
Hafiflemiş...Yalın...Öz...İnsan...Dünyalı...

Dünyaya geldiğimiz ilk andaki gibi sadece dünyalı ve sade İNSAN...



Birini sevebilmek için bana benzemesi gerekmediğini gördüm.
Bütün kimliklerden, bütün öğretilerden arınınca bulduğum özün,
ne kadar derinde olursa olsun aslında hep var olduğunu anladım.



Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, tüm acılarda üzülecek o öz...
Yardıma koşmak için koşul aramayacak o öz...
Dünyanın geçiciliğini bilip, mutlu olmaya değil mutlu etmeye çabalayacak olan o öz...
Asıl güzelliğin, güzelleştirmekten geçtiğini bilen o öz...


"Ama" ile başlayan cümlelerim yok artık.
Soyundum, dünyaya değdi tenim, "dünya" oldum.


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY


20 Ekim 2011 Perşembe

Futbolun Tanrısı : MARADONA



Maradona...Maradona... Maradona...
Gooooooooooooooooooooooooooooooool Maradonaaaaaaa!
O yıllarda hepimizin dilindeydi bu çığırtkan replik...

Siyah-beyaz televizyonda onu izlerken, attığı her golde havalara sıçradığımı ve sevinç gözyaşları döktüğümü hatırlıyorum. 
Arjantin'li Maradona adeta "bizden" biriydi. 






Pele may be king but Maradona is God.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcuları arasında gösterilen ve Pele'ye rakip olan Diego Armando Maradona (30 Ekim 1960)  95 defa Arjantin Milli Takım forması giyerken, 36 milli gole de imzasını atmıştı. 

Ama akıllara kazınan öyle bir gol vardı ki, adına tarikat bile kuruldu.

"The hand of God - Tanrı'nın Eli"

"boca es mi religion, maradona es mi dios, la bombonera es mi iglesia"  
(dinim Boca, tanrım Maradona, mabedim La Bombonera)


22 haziran 1986 /  Azteca Stadyumu /  Arjantin - İngiltere Çeyrek Final Maçı
Maradona  ikinci yarının hemen başında, havalanan topa kafası yerine eliyle vurarak ilk golü attığında pozisyonu en net gören defans oyuncusu Terry Fenwick'in tüm uyarılarına rağmen, hakem Ali Bennaceur golü vermiş ve maçtan sonra Maradona'nın tarihe geçecek açıklaması gelmişti;
''un poco con la cabeza de maradona y otro poco con la mano de dios'' 

(biraz maradona'nın kafası, biraz tanrı'nın eli)
http://www.vidivodo.com/7851/maradona-ve-tanrinin-eli




Los Cebollitas
5 Aralık 1970'te Argentinos Juniors'a bağlı Los Cebollitas takımında denemelere çıktı.Arjantin yetenek avcısı Francis Cornejo onu ilk izlediğinde şaşkınlığını şu sözlerle ifade etti.
-10 yaşında olduğuna emin misin?
Los Cebollitas ile 136 maçlık yenilmezlik rekoru onu bir efsaneye dönüştürmeye başlamıştı.


Argentinos Jrs.
Birinci ligteki ilk maçını 20 Ekim 1976 yılında Talleres de Cordoba takımına karşı oynadı.16 yaşına basmasına 10 gün kalmıştı. Antrönörü Juan Carlos Montes onu sahaya gönderdi ve "Git Diego, bildiğin şeyi yap!" dedi.
O da yaptı. Argentinos Jrs. formasını 1980 yılına kadar terletti. 166 maçta görev aldı ve 111 gol attı. Gerçekten muhteşem bir başlangıç oldu.


Boca Jrs.
22 Şubat 1981 yılında ilk maçını Talleres takımına karşı oynadı. 4-2 kazanılan maçta iki gol atmıştı. Boca ve Diego sanki birbiri için vardı. Diego oynadığı 40 maçta, 28 gol atıp Boca ile yollarını ayırıyordu. Ama bu bir son değildi. 7 Ekim 1995 te geri döndüğü ilk maçta, Colon'a karşı 1-0 lık bir galibiyet aldılar.


Barcelona
4 Eylül 1982'de bu formayla ilk maçı Valencia'ya karşı oynadı. 2-1 kaybedilen maçta Barcelona'nın golünü atan futbolcuydu. Oynadığı 58 maçta 38 gol atarak Katalanların hafızalarında büyülü anılar bıraktı.


Napoli
16 Eylül 1984 yılında Verona maçıyla başladı Napoli macerası... Maçı 3-1 kaybettiler. 2 İtalya ligi şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası Şampiyonluğu, 1 İtalya Süper Kupası Şampiyonluğu ve 1 UEFA Kupası Şampiyonluğu. 1991 yılında Napoli'deki son maçı Sampdoria maçı oldu. 4-1 kaybettikleri maçta veda golünü atmış oldu. Oynadığı 259 maçta, 115 gol attı.


Sevilla
1992-1993 sezonunu geçirdiği Sevilla'da beklenilen Maradona yoktu. 29 maçta 8 gol attı.


Newell's
7 maç oynadığı Newell's Old  Boys'ta gol atma başarısı gösteremedi.





Ve tarihte bugün : 20 Ekim 1976


-bana futbolu sevdiren adam-
Diego Armando Maradona, tam 35 yıl önce bugün "Argentinos Juniors" forması ile (16 yaşında) ilk profesyonel maçına çıkarken, 
futbol tarihi yeniden yazılmaya başlıyordu...




Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY




EYLEM'sizlik

İnternetin, cep telefonlarının hatta büyük çoğunlukta ev telefonlarının bile olmadığı günler...
-yoksunluk günleri-


Bir zamanlar yani henüz teknolojinin esiri olmamışken,
yapmak istediklerimizi bizzat kendimiz yapardık, aracısız...
Bir erkek, bir kadından hoşlandıysa direkt yanına gider, konuşurdu.
Kafasına şemsiye / ayakkabı yeme ihtimalini göze alıp, tüm cesaretiyle girişimde bulunurdu.
Cesareti olmayanlar ise, kadının en yakın arkadaşı  ya da matbu kartlar aracılığıyla dile getirirdi duygularını.
Ama yalansız dolansızdık, soğuk savaş nedir bilmezdik, sıcaktık ve tepkiseldik.

Gürültü yapan komşuyu uyarmak için sopayla tavana vururduk mesela.
Polisi aramaya çekinirdik, internetten şikayet etme lüksüne sahip bile değildik.

Evlilik dışı ilişkiler olurdu, ayrı evlerde ayrı hayatlar şeklinde sürdürülürdü. Esas kadın, basan kadın olurdu. Öyle sanal aldatma falan bilinmezdi, msn kayıtları çıkartılıp suçlamalar yapılmazdı.

Velhasıl, oturduğumuz yerden ahkam kesmek nedir bilmezdik. Delikanlıydık...

Çukurca'da 24 şehit verdik bugün, 24 taze insan...
Ve yine sosyal paylaşım sitelerinde profiller karardı, siyah kurdelalar, türk bayrakları dalgalandı.
Bordo klavyeliler rap rap rap parmak sesleriyle çıkageldiler sosyal meydanlara... 
"Ben olsam" la başlayan projeler yazıldı, çizildi yine...
Ülke bölündü, anayasa yazıldı, sınırlar yeniden çizildi, sinirler parmak ucunda gerildi.
Lanet edildi, sayıldı, sövüldü, dağa çıkıldı, savaşıldı, beslenmedi de asıldı hatta...
Galeyana gelecek her türlü girişim yapıldı.


Ne amaçla oluşturulduğu meçhul, onlarca etkinlik sayfası oluşturuldu, onbinler onayladı...
http://www.facebook.com/event.php?eid=153514974744714

Şarkı paylaşılmadı, komik video paylaşılmadı, ehh! yas ilan edildi...
Bu gün!
Ya yarın? O 24 evladın evlerinde ateş yıllarca yanacak, yıllarca!

İnternet sansürü için (ben de dahil) 55 bin kişi yürümedik mi Taksim'de!
Yetmez ama evet mi hala???

Çok yakında "yoksun"luk günleri...


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

16 Ekim 2011 Pazar

Grup (b)İndirimi

Katil Kim?

Yönetmen öyle bir bakış açısıyla aktarır ki cinayeti,
Herkes şüphelidir ve herkesin cinayet için mantıklı bir nedeni vardır.
Sonra karakterleri tek tek incelerken, kafamız daha da karışır.
Bütün şüphelilerin kendi arasında bir bağı, illa ki  bir husumeti vardır.

Şoför uşağı, uşak aşçıyı, aşçı bahçıvanı, bahçıvan şoförü, şoför evsahibini, 
sonra hepsi ev sahibini...


Pasif Takip

Kadının yürüdüğü yönün ilerisinde konuşlanmış olan erkek (ler), onunla aynı hizaya gelmeden hemen öncesine dek onu süzer. Ve kadın onu geçip gitmeden 1-2 saniye öncesinden çevirir başını aksi yöne...
"bak, senden önce de o tarafa bakıyordum zaten, seninle ilgisi yok" demektir bu gizlice ve ilgisizce...
Ve kadının ardından -iç huzuruyla- izlemeye devam eder.

İlgisizce ilgilenmek ortak dilimizdi. Çaktırmadan çakmak...
Gelebilecek suçlamaları bertaraf edecek kadar ilgisiz,
merakını giderecek kadar ilgili...

Öyleydi...
-di'li geçmiş zaman sona erdi ve "-yor çağı" başladı.
Kimin kimi ne için "izlediği" belirsiz, belli olan tek şey "izliyorum evet!" duruşu..

Hımm! Bu grup indirimi, kaç kişiyi kapsıyordu ki acaba :)



Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

14 Ekim 2011 Cuma

YASTIK MİLLETİ



Elsizlik, omuzsuzluk, sağsızlık...

Eğer birini uzun uzun sevme şansınız olduysa, onu sevmenin bir adım ötesini de bilirsiniz.
Alışkanlıklar!
Ortak bir dil gelişir, ortak bakışlar hatta ortak suskunluklar...
Yalnızlığı özleyecek kadar kaynaşıldığında, ayrışmak zor gelir.

Yeniden "sen" olmak!
Tek olmak istersin, kendin kalmak, sorgusuz sualsiz hesapsız yaşamak.
Nane kadar tazeleyicidir ya özgürlüğün tadı, yenilenirsin her iç çekişinde!

Gel gör ki,
El ayak çekilince biter özgürlüğün hükmü,
geçer nanenin tazeliği.
Sağın hep eksik, sağında koca bir delik
ve yastığına sinen koku, hep bilindik
Sen avutsun diye başını uzatırken her gece,
"Patavatsız dost gibidir yastık milleti 
 Yüzüne vurur da vurur yalnızlık illetini"






Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY






12 Ekim 2011 Çarşamba

BOL PUDRA ŞEKERLİ SU MUHALLEBİSİ

Bazı kokular vardır, o kokuyu ilk duyduğumuz mekana bizi götürür.
Bazı anılar vardır, burnumuza o anın kokusunu da getirir...

"Ahh bir büyüsem" dediğimiz yıllar çooook geride kaldı.

Elele tutuşmak için bahane üretilen, 
Yüzlerimizin henüz kızarmaktan vazgeçmediği yıllar.

"Seviyorum" diyebilmenin cesaret madalyası gerektirdiği,
Katıksız ve süt kokulu aşkların yaşandığı yıllar.
-Muhallebi gibi-



İstanbul'un da bizim kadar küçük olduğu, 
Dört bir yanının süt koktuğu,
Sevgiliyle en çok muhallebicide görüşülen yıllar.

En tatlı sohbetlerin bir kase başında yapıldığı, 
Kızaran yüzlere inat bembeyaz muhallebilerin kaşıklandığı yıllar.





"tak takıştır sür sürüştür
inadına gel muhallebiciye
söz olurmuş, olsun
dostum değil misin?"






Eğer sizin de burnunuza sakızlı muhallebi kokusu gelirse,
Üşenmeyin...
Karaköy Rıhtım Caddesi üstünde Murat Muhallebicisi'ne gidin.
kokunun saflığında, o yılların aşkını duyumsayıp
ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.








Çıkarken kapıyı da kapatırsan sevinirim.
BY







10 Ekim 2011 Pazartesi

DUM SPİRO SPERO

Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta
Ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak.
O zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü
Bir şey yoktur hayatta! C.Bukowski





uzatacak bir el
onu tutacak bir el
tutabilecek bir el
kıvrak figürler yapan bir el
hareket edebilen bir el
"gel" diyebilen bir el
sıcak bir el
terleyebilen bir el
yaşayan bir el...


bakan gözler
bakabilen gözler
sevgiyi gören gözler
sevdiğini gösteren gözler
onaylayan gözler
kırpışan gözler
sulanan gözler
ağlayan gözler
açık gözler
yaşayan gözler...



Olmazların hepsine direnip
hala üretilebilecek çözüm varsa..."ÇÖZÜM VAR" demektir.
Nefes alıyorsan, "YAŞIYORSUN" demektir.
Yaşıyorsan,
Hala "UMUT VAR" demektir.




Çok geç olan tek şey, ölümün ta kendisidir.
Ve ölüm, hayatın SON perdesidir. 
Şimdi umudunu yitirmişsen, 
güneş hiç bir sabah senin için hazırlanmamış demektir.

Unutma! Çıkış kapısı oyun sona ermeden açılmaz.






Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY