28 Aralık 2011 Çarşamba

Platonik

Bazı sözler var ki, söyleyen sadece sevilen olduğunda güzel ve anlamlı. Ötesi, tedirginlik...
"Yarın sabah 9 gibi geliyorum aşkım, görüşürüz"
(Aşkım mı? Aşkım mı dedi? Nasıl yani? Yok, yok bu böyle olmaz bu işi halletmeliyim)

Mide yangınlarına sebep olan bu sözden sonrasında, durumu fark eden arkadaşlarımın -kendince- çözüm önerilerine maruz kaldım. Baha-ne?
-Hayatımda biri var de.
-Lezbiyen olduğunu söyle.
-Görüşmeye gitme.
-Bence bir değerlendir ya! Neden olmasın ki?
-Pis bir faşist olduğunu söyle.
-Hard rockçı olduğunu söyle.
-Kitapları havalı görünmek için aldığını söyle.

Bir boğa insanı olarak genelde akıl alan değil akıl veren konumunda olmakla birlikte, fikrine ihtiyaç duyduğum ve düşüncelerini önemsediğim özel insanı aradım.
"Hiç bir açıklama yapmak zorunda değilsin, sadece istemediğini söyle. Biliyorum sen kırıcı olmamak istiyorsun ama bırak, kırılırsa kırılsın. Bu senin dışında gelişen bir durum zaten"

"Selam, neredesin?"
"Geldim canım, seninle en son vedalaştığımız yerde bekliyorum"
(Vedalaştığımız yer mi? Bu Türk Filmi tadında cümle de neyin nesi? Hepi topu bir kere görüştük zaten, sanki defalarca buluşup aynı yerde ayrılmışız gibi...)

"Hemen konuya girmek istiyorum. Seninle bir yazar-okur görüşmesi yapmıştık. En fazla yarım saat süreceğini düşündüğüm görüşmemiz 3 saat sürmüş ama oldukça kaliteli bir sohbet gerçekleştirmiştik. Ve felsefe, tarih, arkeoloji, siyaset, kitaplar dışında özel hiç bir konuya girmemiştik. Fakat senden ayrıldıktan sonrasında bana gönderdiğin mesaj ve gün gün tırmanan -cım ekli hitapların güzelim, hayatım, canım ve son olarak 'aşkım'a dönüşmesi beni şaşırttı."
"Haklısın, özel konuları hiç konuşmadık. Ama seninle sohbetimizden sonra duygularım gelişti zaten"
"Peki, tamam da...Ben belki evliyim. Belki de sen evlisin? 20 yaşında değiliz ki, kaşa göze aşık olalım. Ben senin yaşını kitabında biyografide gördüm. Anlatabildim mi?"
"Evet, doğru. Ama inan kaşa göze değil. Duygularıma engel olamadım."
"Ben bir ilişkim olsun istemiyorum. Ne sorumluluk almak, ne hesap vermek istemiyorum. Özgür bir insan olmanın keyfini yaşıyorum ve dostlarımla mutluyum. Seninle de yaptığımız bu kültürel sohbet güzel ama bu seviye yeterli."
"Tek taraflı yaşanacak bir durum değil zaten, anlıyorum. 14 saatlik mesafedeyim biliyorum ama her şey senden gelecek bir sözle değişir. İyi olacağına inanıyorum ben...En azından geldiğimde görüşürüz, el ele gezeriz, ne dersin?"
(El ele gezmek mi? Beni duymuyor mu acaba?)
"Tekrar ediyorum, gerçekten hayatımda birinin olmasını istemiyorum. Bunu istediğim zaman da, üst düzey paylaşımın olacağı bir birliktelik olur."
"Yaşamadan bilemezsin, ben de rock müzik dinlerim, ben de rakı-balık severim, Uykusuz okumuyorum ama ben de gırgır okurdum. Hatta çizmişliğim bile var"
(Gırgır?)
"Hı-hı. Çok güzel. İzninle, benim işlerim var."
"Gidince ararım seni?"

Kırıcı olmamak için çaba sarf ettikçe o, çözüm üreten bir direnişçiye dönüştü. Ben de biliyordum aslında, eşek gibi de biliyordum. Aşk zaten ilk görüşte olurdu ve aşkta mantık aranmazdı.

Ayrılırken, içimde yine aynı şarkı çalmaya başladı.
"Gönlüm hep seni arıyor, Neredesin sen?"

Yağmurdu sanırım, yanağımdan süzülen...

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

19 Aralık 2011 Pazartesi

YEPSYENİ BİR YIL

Yeni bir yıl yaklaşıyor. Yaşasın!
Madem ki -hala- nefes alıyorsun, umut var demektir.
Dum Spiro Spero!
Geçen yıl işler yolunda gitmedi.
Terk edildin, işsiz kaldın, hastalıklarla boğuştun, aldatıldın, dolandırıldın,
sırtından bıçaklandın, iflas ettin, sevdiklerini yitirdin,
en son ne zaman kahkaha attığını hatırlamıyorsun bile...
Olsun!
Giden bütün yıllar gibi bu yıl da şerefsiz, adi, beceriksiz çıktıysa senin suçun ne?

Yeni bir yıl yaklaşıyor. Yaşasın!
Yaşasın ya, gün plan yapma günü...

"Sigarayı bırakacağım"
"Yaza girmeden kilolarımdan kurtulmuş olacağım"
"Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceğim"
"Aşık olacağım"
"Bir daha aşık olmayacağım"
"Bir türlü bitiremediğim ilişkimi, çöpe atacağım"
"Ayrı eve çıkacağım"
"Daha çok (ders) çalışıp, herkesi şaşırtacağım"

31 Aralık'a kadar ülke genelinde kişi başına düşen hayal sayısı bir anda artıveriyor.
Hele bi Milli Piyango sana çıksın! Neler yapacaksın, neleeeeer!

31 Aralık günü yemekler hazırlanıyor, dostlar davet ediliyor.
(Ya da düdüklenme göze alınıp, bir mekanda giriliyor yepsyeni yıla)

Yeni yıla girme işlemleri ;
Önce bir "kadersizlik pasaportu" lazım (evet, evet geçen yıllarda almıştım)
"Vize" için gerekenler var bi de...
(Çam ağacı süsleme işi, fırında soslu hindi, çerezler, alkollü içecekler, yılbaşı hediyeleri,
eskiden kartpostalla yapılan kutlama smsleri, yılbaşı piyango biletleri...Heh, her şey tamam)


- Olley be! Eski yılda kalmayacağız, biz de herkes gibi yeni yıla girebileceğiz.
- Dur! Daha "ayakbastı" geleneklerini yapmadın...
- O ne ola ki?
- Yeni yıla nasıl girersen, bütün bir yıl öyle geçer.
- Şans, bereket, sağlık, mutluluk için hazırlıkları diyosun, onlar da tamam.
- E, hadi o zaman. Geri sayım başlasın!

10-9-8-7-6-5-4-3-2 ve biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir!
Saat 00:00'da...
Kırmızı donlarla donanılıyor (şans, tutkulu aşk için)
Paralar sayılıyor (gelir artışı için)
Merdivenlerden çıkılıyor (kariyerde yükseliş için)
Bardak kırılıyor (uğursuzluklardan kurtulmak için)
Öpüşülüyor (küsmeler, kırgınlıklar olmaması için)
Nar kırılıyor (doğurganlık, sağlık, bereket için)
Musluklar ve ışıklar açılıyor (işlerin yolunda gitmesi için)

1 Ocak...
Çakırkeyfliğin hala hüküm sürdüğü beden, önce masayı sonra mutfağı toplamaya girişiyor.
Brunch tadında kahvaltı yapılıyor.
Evin her köşesinde dün gecenin izleri mevcut.
Uzayıp giden, bitmeyen bir gece adeta...
Dünyayla iletişime geçme isteği beliriyor sonra
-Haberler, gazete, internet-
"Dün gece meydana gelen kazada 4 kişi olay yerinde can verirken,
kazaya sebebiyet veren aracın sürücüsünün alkollü olduğu.."

Hayat devam ediyor!
Mide isyanda, klozetle selamlaşmaya gidiyosun.

2 Ocak..
- Ann-neeee, Noel Dayı doğalgaz faturası getirmiş.
   320 Yee-Tee-Lee yazıyoo
- Ye-Te-Le diil yavrum, TL... Bildiğimiz "eski" TL

Yepsyeni bir yıla sadece 364 gün kaldı. Yaşasın!

Geri sayım yapıp, 10 saniyede yeni bir yıla giriyoruz. 
Sonra o koca yıl sindire sindire bize giriyor.
(Hakan KÖKSAL)


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

13 Aralık 2011 Salı

Hacı-yatmaz

Küçüktün...
Küçücük dünyan; oyuncakların, sponge bob, pokemon, hatatesli yumurta, ödevlerin, arkadaşların, rengarenk kaplı defterlerinden ibaretti. Seni çok seviyorduk kuşkusuz ama sen bizi ne kadar görebiliyordun?
Saatler süren -fısıltılı- tartışmalarımızı...
Gün be gün farklılaşan beden dilimizi
Aramızda oluşan kilometrelerce mesafeyi?
Küçüktün bebeğim, 10 yıllıktın sadece.

Oyun oynuyordun, ahh!
Bir müddet seyrettik seni, söze ne zaman, nasıl başlayacağımızı bilemedik.
Milyon kez erteledik belki içimizde o anı..
Babanın gözleri renk değiştirmişti yine, boz bulanık ama yeşilimsiydi.
Ağlamayacaktım!
Aslında baban da ağlamayacaktı ya! tutamadı..

-Annne baaaak! hacıyatmazım hiç devrilmiyoo!
- Hadi gel kucağıma, biraz seviyim öpeyim koklayayım seni. Hem seninle konuşmak istiyoruz biz.
- ?

Seni kucağıma aldım, sarıldım, kokladım ensenden.
Bebekliğin geldi aklıma, emerken durup bana baktığın anlar...
- Güzeller güzelim, pedimum..Sen bizim bitaneciğimizsin. Biz seni çok seviyoruz. Biliyosun di mi?
- (endişeli gözlerle) hı-hı?
- Birbirimizi sevmekten de asla vazgeçmeyeceğiz.
- ...
- Bir keresinde bana sormuştun, hatırlıyor musun? "siz babamla nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz anne?" diye
Ve ben de sana, nasıl aşık olduğumuzu, nasıl aylarca birbirimize sevgimizi söyleyemeden kıvrandığımızı, evlenmeyi ne çok istediğimizi anlatmıştım.
- Şiirler bile yazmışsınız bir sürüü, okumuştuk birazını.
- Evet canimum, yazdık, çok sevdik, çok aşık olduk. Şimdi de seviyoruz birbirimizi. Ama artık başka türlü seviyoruz. Filmlerde birbirini seven insanlar olur ya hani..Artık öyle değiliz biz ama yine seviyoruz. Annanneni sevdiğim gibi, dayını sevdiğim gibi seviyorum. Hasta olursa yine en çok ben üzülürüm, baban da öyle...
- Boşanacak mısınız?
(Baban hıçkırıyor, kahretsin! bunu yapmayacaktık, konuşmuştuk)
Tekrar soruyorsun, kırgın sesinle...
- Evet canım...
 Ama hemen değil. Bir müddet sonra baban bu evde olmayacak. Ama bize çok yakın olacak. Birlikte gezeceğiz yine.
- Babamı görebilecek miyim?
(Baban söze giriyor, hıçkırıklı sesini toparlamaya çalışarak)
- Tabi ki bitanem, tabi ki çiçeğim. Ben hep yanında olacağım.

Daha bir sokuluyorsun bana. Daha sıkı sarılıyorsun. Ağlıyorsun...
O küçük çenen titremeye başlıyor, kuş gagan...
İçli baklam benim! Nasıl da içli içli ağlıyorsun.
Omuzum sırılsıklam.
Beni sıkı sıkı sararken, küçük ellerinle sırtıma vurur gibi küçük yumruklar atıyosun.
İçinde fırtınalar kopuyor belki ama bilirim. Kıyamazsın ki bana...
(Bu küçük ellerle nasıl yaşıyosun?)

Yirmi dakika. Tam yir-mi   da-ki-ka  aralıksız ağlıyorsun.
O 20 dakika babanla gözgözeyiz. Asır gibi geliyor o 20 dakika...
Beynimde geçip duran tek bir alt yazı var "şimdi ne olacak?"

Yirmi dakikanın sonunda kucağımdan kalkıyorsun,
baban da sarılmak istiyor sana...
Seni hep görebilicem, di mi? diyorsun bir kez daha.
- Evet kızım, evet her zaman.
- Tamam o zaman.

Hiçbir şey olmamış gibi yine hacıyatmazının yanına gidip, oyuna dalıyosun.
- Bu hacıyatmaz da hiç devrilmiyo ki, hep o kazanıyo.

Hacı gerçekten de yatmadı. Hiç devrilmedi.
Biz bazen devrildik, evet..Biz'den kalan biz, bazen devrildik...
Ama yıkılmadık.
Ya da annen iyi bir yönetmendi, devrildiğimiz yerleri çekim dışında tuttu, göstermedi.
Kendimi hacıyatmaz gibi hissettiysem, bunu sana borçluyum aslında pedimum...
Beni ayakta tutan, beni hayatta tutan tek gücüm...

İyi ki var ettik seni!

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

7 Aralık 2011 Çarşamba

Canimu

Adı o güne dek duyduğun en anlamlı sözcük olur,
her gün binlerce kere zikredersin.
İsimler, sıfatlar, yeni yeni sözcükler sıralanır peş peşe
aşkın yüceliğini dillendirebilmek için...

Telefonuma seni "can" diye kaydetmiştim, görünce nasıl çocuklaşmıştın.
Can demek yetmez oldu "canimu" oldun.
Havalara uçmuştun!
Parmak uçlarıma kadar öpücük yağmuruna yakalanmıştım.

Ertesi gün...
Yanımdaydın, sıcacıktın, sıcak ekmek kokulumdun.
"Hadi beni çaldır bebeğim, bak sana ne göstericem" 
"Pikkiiii"
Çalıyor.
Bir numara göründü.
Tanıdık bir numara (benim miydi?)
İsmim?
Başım uğuldadı, dünya durdu.
(Benim numaram, sadece numaram, sadece numaram)
"Bu muydu?" diyebildim çıkan sesime hayretle...
Hayal kırıklığımın, can kırıklığının,
içimde çöken on katlı binaların sesiydi belki de.
Yüzümdeki gülümsemem donduğunda,
sen de bir o kadar allak bullaktın.
Ağlamaklıydı sesin :
"Aşkımmm! Yapma! Tabi ki kayıtlısın, bak n'olursun bak!"

A- Aşkımm
B- Benli beneklim
C- Canımın içisi
Ç- Çiçeğim
D- Dermanım
E- Elma şekerim
F- Fiona'm
G- Güzeller güzelim
H- Hasretinle yandığım
I- Isıt-ısıt-ısıt!
İ- İkinci baharım
J- Juliet'im
K- Kadınım
L- Leylak kokulum
M- Minikim
N- Nazar boncuğum
O- Ortağım
Ö- Öp-öp-öp!
P- Prensesim
R- Ruhum
S- Sarışınım
Ş- Şansım
T- Tatlı dillim
U- Uğur böceğim
Ü- Üşüyen alevim
V- Varım, yoğum
Y- Yar'ım
Z- Zemherim


Her harfte kayıtlı olduğum için hiçbir isim görünmüyordu haliyle.
Duygu dalgalarında gezintiye çıkmıştık.
Paramparça olan yüreğimin her bir parçası kanat takmış uçuyordu.
Yanımdaydın, sıcacıktın, sıcak ekmek kokulumdun.

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

Doğru Açı

Tıp öğrencisi Bursa'daki Bilge Kitabevi'nin raflarını karıştırırken aradığı kitabı bulduğuna sevindi. Kitabın arkasını çevirdiğinde gördüğü fiyat gülümsemesini dondurdu. Belli etmeden sayfaları hızla geçti, aradığı bölümü buldu. Kitabevinin sahiplerine gizlice baktı. İkisi dünyadan bihaber müşterilerle görüşüyorlardı. Öğretmeninin ödev verdiği yeri hızla okudu, bitirince dışarı çıktı.

Ertesi gün yine geldi ve kitabın olduğu bölmeye geçti. Neyse ki raflar kendisini gizliyordu, hızla sayfayı buldu ve okumaya başladı.
Öğrenci yaklaşık bir ay boyunca iki günde bir kitabevine gidip dersine çalıştı, iş yerinin iki sahibi hiç farkına varmadılar. Bitirme sınavına bir hafta kala kitapçıya yine hayalet gibi süzüldü. Kitabın olduğu rafa geldiğinde kitabı bulamadı. Alt rafa, üst rafa baktı, bulamadı. Genç öğrencinin rengi attı. Belli etmeden tüm rafları inceledi. Kitap satılmıştı. Buz gibi bir renkle orayı terk ederken bir aydır ilk defa kitapçının iki sevimli sahibiyle göz göze geldi.
"Merhaba" dediler.
"Merhaba..."
"Oturmaz mısınız?"
Öğrenci sessizce kendisine gösterilen tabureye oturdu.
Kitapçı tezgahın altına uzandı. Genç öğrencinin korku dolu bakışları altında kitabı çıkardı.
"Geçenlerde biri geldi ve fiyatını sordu; alacak gibi göründü. Ben de raftan indirdim v senin için sakladım. Buradan okuyabilirsin." dedi.
Genç öğrenci, doktor çıktıktan sonra da Vural ve Mustafa Bey'i hiç unutmadı, fakir hastalarından hiç ücret almadı.



"Biri hakkında karar vermeden önce onun makosenlerimi giy ve ay üç defa görünüp kayboluncaya kadar karar verme" Kızılderili Atasözü

Dünyada sadece bir çift kalan nadir bir orangutan türünün erkeği ölmüş. Bu ender hayvanın üreme ihtimali sıfır, bu yüzden soyu tükenecek. Ne yapalım diye düşünmüşler; kurullar toplanmış, çözüm yok. Kuruldaki bir Türk bilim adamı şöyle demiş: "Bizim memlekette bir İsmet Ağabey var, söylemesi ayıptır aynen bu orangutana benziyor, hatta biraz daha kıllıdır. Ondan rica edebiliriz, 100-200 dolar da ödül verirsek bu işi yapar ve orangutanların soyunu kurtarır herhalde" demiş.
Bakmışlar başka çare yok, İsmet Ağabey''e gitmişler ve durumun önemini, yapacağı hizmetin büyüklüğünü anlatmışlar, bir de "Karşılığında 100 dolar söz konusu" demişler. İsmet Ağabey düşünmüş ve "Olur ama üç şartım var" demiş.
Herkes sevinç ve merakla "Ne?" diye sormuş.
"1.Öpüşmem,
2. Yavru erkek olursa rahmetli babamın adını koyarsınız,
3. 100 dolar çok, en fazla 50 dolar veririm!"


Anlamak için çok dinlemelisiniz, dinlemek için dinlemeyin. Dinlemek zeka belirtisidir, konuşmak değil. İnsanlar ağızlarıyla söylediklerini kulaklarıyla duysalardı çok daha az konuşurlardı.
Bazen karşınıza biri çıkar, hiç katılmadığınız fikirler söyler, siz de onu ikna etmeye çalışırsınız; sonuç koca bir hiçtir. Mevlana diyor ki; "Aptalın karşısında kitap kadar sessiz ol"
Batı'da bir deyim vardır : "Budalayla tartışma, dışardan bakanlar farkı anlamayabilirler."

Çıkarken kapıyı kapatırsanız sevinirim.
BY