13 Aralık 2011 Salı

Hacı-yatmaz

Küçüktün...
Küçücük dünyan; oyuncakların, sponge bob, pokemon, hatatesli yumurta, ödevlerin, arkadaşların, rengarenk kaplı defterlerinden ibaretti. Seni çok seviyorduk kuşkusuz ama sen bizi ne kadar görebiliyordun?
Saatler süren -fısıltılı- tartışmalarımızı...
Gün be gün farklılaşan beden dilimizi
Aramızda oluşan kilometrelerce mesafeyi?
Küçüktün bebeğim, 10 yıllıktın sadece.

Oyun oynuyordun, ahh!
Bir müddet seyrettik seni, söze ne zaman, nasıl başlayacağımızı bilemedik.
Milyon kez erteledik belki içimizde o anı..
Babanın gözleri renk değiştirmişti yine, boz bulanık ama yeşilimsiydi.
Ağlamayacaktım!
Aslında baban da ağlamayacaktı ya! tutamadı..

-Annne baaaak! hacıyatmazım hiç devrilmiyoo!
- Hadi gel kucağıma, biraz seviyim öpeyim koklayayım seni. Hem seninle konuşmak istiyoruz biz.
- ?

Seni kucağıma aldım, sarıldım, kokladım ensenden.
Bebekliğin geldi aklıma, emerken durup bana baktığın anlar...
- Güzeller güzelim, pedimum..Sen bizim bitaneciğimizsin. Biz seni çok seviyoruz. Biliyosun di mi?
- (endişeli gözlerle) hı-hı?
- Birbirimizi sevmekten de asla vazgeçmeyeceğiz.
- ...
- Bir keresinde bana sormuştun, hatırlıyor musun? "siz babamla nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz anne?" diye
Ve ben de sana, nasıl aşık olduğumuzu, nasıl aylarca birbirimize sevgimizi söyleyemeden kıvrandığımızı, evlenmeyi ne çok istediğimizi anlatmıştım.
- Şiirler bile yazmışsınız bir sürüü, okumuştuk birazını.
- Evet canimum, yazdık, çok sevdik, çok aşık olduk. Şimdi de seviyoruz birbirimizi. Ama artık başka türlü seviyoruz. Filmlerde birbirini seven insanlar olur ya hani..Artık öyle değiliz biz ama yine seviyoruz. Annanneni sevdiğim gibi, dayını sevdiğim gibi seviyorum. Hasta olursa yine en çok ben üzülürüm, baban da öyle...
- Boşanacak mısınız?
(Baban hıçkırıyor, kahretsin! bunu yapmayacaktık, konuşmuştuk)
Tekrar soruyorsun, kırgın sesinle...
- Evet canım...
 Ama hemen değil. Bir müddet sonra baban bu evde olmayacak. Ama bize çok yakın olacak. Birlikte gezeceğiz yine.
- Babamı görebilecek miyim?
(Baban söze giriyor, hıçkırıklı sesini toparlamaya çalışarak)
- Tabi ki bitanem, tabi ki çiçeğim. Ben hep yanında olacağım.

Daha bir sokuluyorsun bana. Daha sıkı sarılıyorsun. Ağlıyorsun...
O küçük çenen titremeye başlıyor, kuş gagan...
İçli baklam benim! Nasıl da içli içli ağlıyorsun.
Omuzum sırılsıklam.
Beni sıkı sıkı sararken, küçük ellerinle sırtıma vurur gibi küçük yumruklar atıyosun.
İçinde fırtınalar kopuyor belki ama bilirim. Kıyamazsın ki bana...
(Bu küçük ellerle nasıl yaşıyosun?)

Yirmi dakika. Tam yir-mi   da-ki-ka  aralıksız ağlıyorsun.
O 20 dakika babanla gözgözeyiz. Asır gibi geliyor o 20 dakika...
Beynimde geçip duran tek bir alt yazı var "şimdi ne olacak?"

Yirmi dakikanın sonunda kucağımdan kalkıyorsun,
baban da sarılmak istiyor sana...
Seni hep görebilicem, di mi? diyorsun bir kez daha.
- Evet kızım, evet her zaman.
- Tamam o zaman.

Hiçbir şey olmamış gibi yine hacıyatmazının yanına gidip, oyuna dalıyosun.
- Bu hacıyatmaz da hiç devrilmiyo ki, hep o kazanıyo.

Hacı gerçekten de yatmadı. Hiç devrilmedi.
Biz bazen devrildik, evet..Biz'den kalan biz, bazen devrildik...
Ama yıkılmadık.
Ya da annen iyi bir yönetmendi, devrildiğimiz yerleri çekim dışında tuttu, göstermedi.
Kendimi hacıyatmaz gibi hissettiysem, bunu sana borçluyum aslında pedimum...
Beni ayakta tutan, beni hayatta tutan tek gücüm...

İyi ki var ettik seni!

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder