28 Şubat 2012 Salı

EGO / LEGO

Ne çok şey için sızlanıp duruyoruz.
Sahip olduklarımızı, kaybetmenin ne demek olduğunu bilemediğimiz gibi
kaybedenleri de anlamak için çabalamadan...
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"
Değil mi?

Oysa yetişemediklerimize elini uzatanlara "elim, kolum" deriz.
Her konuda bizimle olanlara "sağ kolum" deriz.
Yokluğunu hissettirecek kadar bizimle olanlara "elim, ayağım o benim" deriz.
Deriz de... Tutabilmenin, dokunabilmenin, adım atabilmenin kıymetinin farkında mıyız?

Şevket ÇAVDAR
14 yaşındayken, 1998'de İstanbul'a doğalgaz tesisatçılığı yapan bir arkadaşının yanına gitti.
Arkadaşına işinde yardım ederken çıkan yangında ağır yaralandı. Hastanede önce sağ kolu kesildi.
Ardından geçirdiği 5 ameliyat sonrası diğer kolu ve bacakları da kesildi.
Nevşehir'li Çavdar'a 14 yıldır annesi Fadime Çavdar bakıyordu.

Daha önce yapılan kol ve bacak nakli ameliyatı ile umutlanan Çavdar'ın başvurusu kabul edildikten sonra
sevinç gözyaşları döküyordu. Ameliyata girerken annesine şöyle veda etti;
"Merak etme anne, benim ameliyatım senin kalp ameliyatından daha kolay olacak. Hakkını helal et. İnşallah iyi olacağım. İyi olmazsam da kendimi sınayacağım. Kalkabilirsem iki bacağım, iki kolum olacak. Kalkamazsam da kaybedecek hiç bir şeyim yok. Her şeyi göze aldım."

Dünyada bir ilk olma özelliği taşıyan bu operasyonun ertesi günü sol bacağı ve dün de (27 Şubat 2012)  diğer bacak ve iki kolu alınmak zorunda kalınan Şevket Çavdar (27) nakledilen dokuların idamesini sağlayamaması nedeniyle yaşamını yitirdi.

"Kaybedecek hiçbir şeyim yok." diyen 27 yaşındaki gencecik Çavdar, Üniversite Hastaneleri arasındaki prestij savaşına kurban gitti. O'na lego olarak bakan egonun altında kaldı.

Hayata tutunmaya çalışırken, hayat -kendisine ait olmayan- elleri arasından kayıp gitti.

Bedava yaşıyoruz, bedava
Hava bedava, bulut bedava
Dere tepe bedava
Yağmur çamur bedava
Otomobillerin dışı
Sinemaların kapısı
Camekanlar bedava.
Peynir-ekmek değil ama
Acı su bedava.
Kelle fiyatına hürriyet
Esirlik bedava.
Bedava yaşıyoruz, bedava...
Orhan Veli


Bu gülüş tutunmaya değerdi oysa...
Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY   

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sessiz sinema / Sessizsin ama...

1860 yılında icat edilen, diyalogları olmayan, mesajını görüntüler aracılığıyla aktardığı için sesli filme göre daha evrensel bir dile sahip olan sessiz film; oyunculuk açısından beden dili ve mimikler üzerinde önemli ölçüde vurgu yapmayı gerektirir.

Sessiz Film Oyunu
Takımlar oluşturulur. Takımın bir oyuncusu anlatıcı seçilir. Belirlenen süre dahilinde arkadaşlarına, rakip takımın belirlediği filmi anlatmaya çalışır.
Sessiz film oyununda da beden dili ve mimikler önemlidir. Sessiz de olsa bir jargonu vardır.
Baş parmak yukarı - yabancı film
Baş parmak aşağı  - yerli film
İki sayısını göstermek - İki kelimelik bir film adı
Özel isimler için önceden belirlenen semboller kullanılır.
Kelime bulunduğunda anlatıcı elini cebine vurarak "cepte" hareketi yapar.

Bir bakış bile yeterli olur bir şeyleri anlatabilmek için.
Söz yoksa...Olamıyorsa...Göz de yeter.

Bazen korkular, bazen anlaşılmama duygusu, bazen de nasıl tepki alacağını bilmemenin verdiği belirsizlik bizi duygularımızı ifade etmekten alıkoyar.
Her ne olursa olsun korkuları bir kenara bırakıp, "ben bu olayda böyle hissediyorum" diyebilmekte yatar  uzun vadeli kazanç...

Kaybetme korkusu merkezinde;
Öfke sindirilir, bastırılır. Sevgi sindirilir, bastırılır. Beğeni sindirilir, bastırılır. Kıskançlık sindirilir, bastırılır.
Bastırılmış duygular, naftalinleyip sandığa kaldırılmış bir eşya gibi sessiz, sakin dururken yaşanabilecekler engellenir / ertelenir.
Yaşanacaklardan kendin mahrum bırakma halidir, duyguları saklamak.

"Duygularımı saklamayı seviyorum ama... / Sonra bulamıyorum"


Söz yoksa, göz de olur.
Ses yoksa, mimik de olur.
Beden dili de olur vesselam...
Ama poker masasında değilsek, saklanmanın alemi yok.

İki kelime...Yabancı...Çok yabancı...
İkincisi...

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY