29 Ekim 2011 Cumartesi

BANDO SESLERİ YÜREĞİMDE...


Seçme ve seçilme hakkımız var, 
yüce vicdanımızla karar verip kullanıyoruz.
Seçilme hakkımız tertemiz...Naftalinleyip, naftalinleyip kaldırıyoruz.

Seçmen beni seç! Beni seç, beni seç, beni seç!
En propaganda yapan, en çığırtkan, en flamalı, en vaatkar...

Bazen sadece muhalif durmak için, muhalif duruyoruz.
Bazen seçmiş olmak için seçiyoruz.
Gün geliyor -iki- kişiden biri oluveriyoruz.
Papatya falı kadar bölücü...
Seviyor / Sevmiyor
Papatyalar gerçeği söyler mi? 
Bu soruyu sordurtan durum daha gerçekçi değil mi, gelen cevaptan?

Son bir kaç haftadır kötü gelişmelere maruz kaldı ülkem.
Terör ülkesiydik, şehitler verdik...Kolumuz kanadımız kırıldı.
Deprem kuşağındaydık, kilometrelerce uzağa kırık kolumuzla uzandık...
Bizi tek bayrak altında toplayan ülkemize, cumhuriyetimize sarıldık.

88 yıl önce...
Mustafa Kemal Paşa`nın tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Fırkası grubunun yeni hükûmet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin Cumhuriyet olduğunu öngören bir yasa tasarısı hazırlandı.


Bu yıl...

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal edildi.
Ülkemizin içinde bulunduğu durumda kutlama yapmanın, eğlence olacağı kanısına varıldı.
Cumhuriyete katlanamayan = kutlanamayan Cumhuriyet 

Her yıl balkondan (titreye titreye bile olsa) izlerken gözlerimi dolduran miniklerin bando merasimiyle 


yoldan geçişlerini  izlemekten mahrum edilmek yüreğimi acıttı. 


Umarım bu son olur! 

Hepimizin TÜRKİYE CUMHURİYETİ Bayramı kutlu olsun...

Bando sesleri yüreğimde, mutfaktan gelen kötü kokular burnumda...


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

26 Ekim 2011 Çarşamba

Ben "DÜNYA"yım

Aynanın sırlarında kendimin seyrindeyim.
Omuzlarımda bir ağırlık
yüzüme sinmiş yorgun ve endişeli ifade..

Fazlayım sanki!
At kuyruğu yaptığım saçımdan başlıyorum işe,
parmak uçlarımla çekip çıkartırken lastik tokayı, hafiflediğimi hissediyorum.
Soyunmalıyım, evet soyunmalıyım!

Giysilerimi çıkarıyorum, yetmiyor.


Daha!

Seçtiğim / seçemediğim halde üzerime yapışan her şeyi...

Cinsiyetim...

Adım hatta bir türlü sabitleyemediğim soy adım :)

Ailem, akrabalarım...

Doğduğum yer, doğum günüm...

Dinim, uyruğum, dilim...

Ekononik gücüm, mesleğim... 

Siyasi görüşüm...

Çıkıntılı karakterim...

Soyunurken zorlandığım, Beşiktaş'ımı...


Bana ait olduğunu sanıp, körü körüne sahiplendiğim her şey...
Her şeyden vazgeçip, bir kez daha seyrettim kendimi. 
Irksızım, milliyetsiz, cinsiyetsiz, dilsiz ve dinsiz...
Hafiflemiş...Yalın...Öz...İnsan...Dünyalı...

Dünyaya geldiğimiz ilk andaki gibi sadece dünyalı ve sade İNSAN...



Birini sevebilmek için bana benzemesi gerekmediğini gördüm.
Bütün kimliklerden, bütün öğretilerden arınınca bulduğum özün,
ne kadar derinde olursa olsun aslında hep var olduğunu anladım.



Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, tüm acılarda üzülecek o öz...
Yardıma koşmak için koşul aramayacak o öz...
Dünyanın geçiciliğini bilip, mutlu olmaya değil mutlu etmeye çabalayacak olan o öz...
Asıl güzelliğin, güzelleştirmekten geçtiğini bilen o öz...


"Ama" ile başlayan cümlelerim yok artık.
Soyundum, dünyaya değdi tenim, "dünya" oldum.


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY


20 Ekim 2011 Perşembe

Futbolun Tanrısı : MARADONA



Maradona...Maradona... Maradona...
Gooooooooooooooooooooooooooooooool Maradonaaaaaaa!
O yıllarda hepimizin dilindeydi bu çığırtkan replik...

Siyah-beyaz televizyonda onu izlerken, attığı her golde havalara sıçradığımı ve sevinç gözyaşları döktüğümü hatırlıyorum. 
Arjantin'li Maradona adeta "bizden" biriydi. 






Pele may be king but Maradona is God.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcuları arasında gösterilen ve Pele'ye rakip olan Diego Armando Maradona (30 Ekim 1960)  95 defa Arjantin Milli Takım forması giyerken, 36 milli gole de imzasını atmıştı. 

Ama akıllara kazınan öyle bir gol vardı ki, adına tarikat bile kuruldu.

"The hand of God - Tanrı'nın Eli"

"boca es mi religion, maradona es mi dios, la bombonera es mi iglesia"  
(dinim Boca, tanrım Maradona, mabedim La Bombonera)


22 haziran 1986 /  Azteca Stadyumu /  Arjantin - İngiltere Çeyrek Final Maçı
Maradona  ikinci yarının hemen başında, havalanan topa kafası yerine eliyle vurarak ilk golü attığında pozisyonu en net gören defans oyuncusu Terry Fenwick'in tüm uyarılarına rağmen, hakem Ali Bennaceur golü vermiş ve maçtan sonra Maradona'nın tarihe geçecek açıklaması gelmişti;
''un poco con la cabeza de maradona y otro poco con la mano de dios'' 

(biraz maradona'nın kafası, biraz tanrı'nın eli)
http://www.vidivodo.com/7851/maradona-ve-tanrinin-eli




Los Cebollitas
5 Aralık 1970'te Argentinos Juniors'a bağlı Los Cebollitas takımında denemelere çıktı.Arjantin yetenek avcısı Francis Cornejo onu ilk izlediğinde şaşkınlığını şu sözlerle ifade etti.
-10 yaşında olduğuna emin misin?
Los Cebollitas ile 136 maçlık yenilmezlik rekoru onu bir efsaneye dönüştürmeye başlamıştı.


Argentinos Jrs.
Birinci ligteki ilk maçını 20 Ekim 1976 yılında Talleres de Cordoba takımına karşı oynadı.16 yaşına basmasına 10 gün kalmıştı. Antrönörü Juan Carlos Montes onu sahaya gönderdi ve "Git Diego, bildiğin şeyi yap!" dedi.
O da yaptı. Argentinos Jrs. formasını 1980 yılına kadar terletti. 166 maçta görev aldı ve 111 gol attı. Gerçekten muhteşem bir başlangıç oldu.


Boca Jrs.
22 Şubat 1981 yılında ilk maçını Talleres takımına karşı oynadı. 4-2 kazanılan maçta iki gol atmıştı. Boca ve Diego sanki birbiri için vardı. Diego oynadığı 40 maçta, 28 gol atıp Boca ile yollarını ayırıyordu. Ama bu bir son değildi. 7 Ekim 1995 te geri döndüğü ilk maçta, Colon'a karşı 1-0 lık bir galibiyet aldılar.


Barcelona
4 Eylül 1982'de bu formayla ilk maçı Valencia'ya karşı oynadı. 2-1 kaybedilen maçta Barcelona'nın golünü atan futbolcuydu. Oynadığı 58 maçta 38 gol atarak Katalanların hafızalarında büyülü anılar bıraktı.


Napoli
16 Eylül 1984 yılında Verona maçıyla başladı Napoli macerası... Maçı 3-1 kaybettiler. 2 İtalya ligi şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası Şampiyonluğu, 1 İtalya Süper Kupası Şampiyonluğu ve 1 UEFA Kupası Şampiyonluğu. 1991 yılında Napoli'deki son maçı Sampdoria maçı oldu. 4-1 kaybettikleri maçta veda golünü atmış oldu. Oynadığı 259 maçta, 115 gol attı.


Sevilla
1992-1993 sezonunu geçirdiği Sevilla'da beklenilen Maradona yoktu. 29 maçta 8 gol attı.


Newell's
7 maç oynadığı Newell's Old  Boys'ta gol atma başarısı gösteremedi.





Ve tarihte bugün : 20 Ekim 1976


-bana futbolu sevdiren adam-
Diego Armando Maradona, tam 35 yıl önce bugün "Argentinos Juniors" forması ile (16 yaşında) ilk profesyonel maçına çıkarken, 
futbol tarihi yeniden yazılmaya başlıyordu...




Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY




EYLEM'sizlik

İnternetin, cep telefonlarının hatta büyük çoğunlukta ev telefonlarının bile olmadığı günler...
-yoksunluk günleri-


Bir zamanlar yani henüz teknolojinin esiri olmamışken,
yapmak istediklerimizi bizzat kendimiz yapardık, aracısız...
Bir erkek, bir kadından hoşlandıysa direkt yanına gider, konuşurdu.
Kafasına şemsiye / ayakkabı yeme ihtimalini göze alıp, tüm cesaretiyle girişimde bulunurdu.
Cesareti olmayanlar ise, kadının en yakın arkadaşı  ya da matbu kartlar aracılığıyla dile getirirdi duygularını.
Ama yalansız dolansızdık, soğuk savaş nedir bilmezdik, sıcaktık ve tepkiseldik.

Gürültü yapan komşuyu uyarmak için sopayla tavana vururduk mesela.
Polisi aramaya çekinirdik, internetten şikayet etme lüksüne sahip bile değildik.

Evlilik dışı ilişkiler olurdu, ayrı evlerde ayrı hayatlar şeklinde sürdürülürdü. Esas kadın, basan kadın olurdu. Öyle sanal aldatma falan bilinmezdi, msn kayıtları çıkartılıp suçlamalar yapılmazdı.

Velhasıl, oturduğumuz yerden ahkam kesmek nedir bilmezdik. Delikanlıydık...

Çukurca'da 24 şehit verdik bugün, 24 taze insan...
Ve yine sosyal paylaşım sitelerinde profiller karardı, siyah kurdelalar, türk bayrakları dalgalandı.
Bordo klavyeliler rap rap rap parmak sesleriyle çıkageldiler sosyal meydanlara... 
"Ben olsam" la başlayan projeler yazıldı, çizildi yine...
Ülke bölündü, anayasa yazıldı, sınırlar yeniden çizildi, sinirler parmak ucunda gerildi.
Lanet edildi, sayıldı, sövüldü, dağa çıkıldı, savaşıldı, beslenmedi de asıldı hatta...
Galeyana gelecek her türlü girişim yapıldı.


Ne amaçla oluşturulduğu meçhul, onlarca etkinlik sayfası oluşturuldu, onbinler onayladı...
http://www.facebook.com/event.php?eid=153514974744714

Şarkı paylaşılmadı, komik video paylaşılmadı, ehh! yas ilan edildi...
Bu gün!
Ya yarın? O 24 evladın evlerinde ateş yıllarca yanacak, yıllarca!

İnternet sansürü için (ben de dahil) 55 bin kişi yürümedik mi Taksim'de!
Yetmez ama evet mi hala???

Çok yakında "yoksun"luk günleri...


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

16 Ekim 2011 Pazar

Grup (b)İndirimi

Katil Kim?

Yönetmen öyle bir bakış açısıyla aktarır ki cinayeti,
Herkes şüphelidir ve herkesin cinayet için mantıklı bir nedeni vardır.
Sonra karakterleri tek tek incelerken, kafamız daha da karışır.
Bütün şüphelilerin kendi arasında bir bağı, illa ki  bir husumeti vardır.

Şoför uşağı, uşak aşçıyı, aşçı bahçıvanı, bahçıvan şoförü, şoför evsahibini, 
sonra hepsi ev sahibini...


Pasif Takip

Kadının yürüdüğü yönün ilerisinde konuşlanmış olan erkek (ler), onunla aynı hizaya gelmeden hemen öncesine dek onu süzer. Ve kadın onu geçip gitmeden 1-2 saniye öncesinden çevirir başını aksi yöne...
"bak, senden önce de o tarafa bakıyordum zaten, seninle ilgisi yok" demektir bu gizlice ve ilgisizce...
Ve kadının ardından -iç huzuruyla- izlemeye devam eder.

İlgisizce ilgilenmek ortak dilimizdi. Çaktırmadan çakmak...
Gelebilecek suçlamaları bertaraf edecek kadar ilgisiz,
merakını giderecek kadar ilgili...

Öyleydi...
-di'li geçmiş zaman sona erdi ve "-yor çağı" başladı.
Kimin kimi ne için "izlediği" belirsiz, belli olan tek şey "izliyorum evet!" duruşu..

Hımm! Bu grup indirimi, kaç kişiyi kapsıyordu ki acaba :)



Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

14 Ekim 2011 Cuma

YASTIK MİLLETİ



Elsizlik, omuzsuzluk, sağsızlık...

Eğer birini uzun uzun sevme şansınız olduysa, onu sevmenin bir adım ötesini de bilirsiniz.
Alışkanlıklar!
Ortak bir dil gelişir, ortak bakışlar hatta ortak suskunluklar...
Yalnızlığı özleyecek kadar kaynaşıldığında, ayrışmak zor gelir.

Yeniden "sen" olmak!
Tek olmak istersin, kendin kalmak, sorgusuz sualsiz hesapsız yaşamak.
Nane kadar tazeleyicidir ya özgürlüğün tadı, yenilenirsin her iç çekişinde!

Gel gör ki,
El ayak çekilince biter özgürlüğün hükmü,
geçer nanenin tazeliği.
Sağın hep eksik, sağında koca bir delik
ve yastığına sinen koku, hep bilindik
Sen avutsun diye başını uzatırken her gece,
"Patavatsız dost gibidir yastık milleti 
 Yüzüne vurur da vurur yalnızlık illetini"






Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY






12 Ekim 2011 Çarşamba

BOL PUDRA ŞEKERLİ SU MUHALLEBİSİ

Bazı kokular vardır, o kokuyu ilk duyduğumuz mekana bizi götürür.
Bazı anılar vardır, burnumuza o anın kokusunu da getirir...

"Ahh bir büyüsem" dediğimiz yıllar çooook geride kaldı.

Elele tutuşmak için bahane üretilen, 
Yüzlerimizin henüz kızarmaktan vazgeçmediği yıllar.

"Seviyorum" diyebilmenin cesaret madalyası gerektirdiği,
Katıksız ve süt kokulu aşkların yaşandığı yıllar.
-Muhallebi gibi-



İstanbul'un da bizim kadar küçük olduğu, 
Dört bir yanının süt koktuğu,
Sevgiliyle en çok muhallebicide görüşülen yıllar.

En tatlı sohbetlerin bir kase başında yapıldığı, 
Kızaran yüzlere inat bembeyaz muhallebilerin kaşıklandığı yıllar.





"tak takıştır sür sürüştür
inadına gel muhallebiciye
söz olurmuş, olsun
dostum değil misin?"






Eğer sizin de burnunuza sakızlı muhallebi kokusu gelirse,
Üşenmeyin...
Karaköy Rıhtım Caddesi üstünde Murat Muhallebicisi'ne gidin.
kokunun saflığında, o yılların aşkını duyumsayıp
ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.








Çıkarken kapıyı da kapatırsan sevinirim.
BY







10 Ekim 2011 Pazartesi

DUM SPİRO SPERO

Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta
Ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak.
O zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü
Bir şey yoktur hayatta! C.Bukowski





uzatacak bir el
onu tutacak bir el
tutabilecek bir el
kıvrak figürler yapan bir el
hareket edebilen bir el
"gel" diyebilen bir el
sıcak bir el
terleyebilen bir el
yaşayan bir el...


bakan gözler
bakabilen gözler
sevgiyi gören gözler
sevdiğini gösteren gözler
onaylayan gözler
kırpışan gözler
sulanan gözler
ağlayan gözler
açık gözler
yaşayan gözler...



Olmazların hepsine direnip
hala üretilebilecek çözüm varsa..."ÇÖZÜM VAR" demektir.
Nefes alıyorsan, "YAŞIYORSUN" demektir.
Yaşıyorsan,
Hala "UMUT VAR" demektir.




Çok geç olan tek şey, ölümün ta kendisidir.
Ve ölüm, hayatın SON perdesidir. 
Şimdi umudunu yitirmişsen, 
güneş hiç bir sabah senin için hazırlanmamış demektir.

Unutma! Çıkış kapısı oyun sona ermeden açılmaz.






Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY


7 Ekim 2011 Cuma

SÜRVAHŞET'ten izlemek...

UYARI (+18)  : Yazının sonundaki fotoğraf, çocuklar üzerinde olumsuz etki bırakabilir!


Kaçınız güneşin batışını izlemeyi sever?
Ya da sabahın erken saatlerinde deniz kenarına inip,
deniz kokusunu içine çeke çeke gün doğumunu izlemeyi?
İğde ağaçlarına dokunmanın keyfini yaşayan var mı aranızda?
Kaçınız kuşların göçünü izlerken, kendisi yol alıyormuş kadar heyecanlanır
Ya da yavru kedilerin anneyle oynaşmalarını, beslenmelerini izlerken gülümser?

...

Kimileri, müteahhitten daha dikkatle izler, inşaat çalışmasını...
Kimileri (özellikle havaalanına yakın oturanlar) hayret ve hayranlıkla defalarca izler uçakların iniş-kalkışlarını...
Biraz yüksek ses duyduğunda, pencereye fırlamayan insan muhtemelen ya sağır ya yatalaktır.
Rating uğruna kavga ettirilen gelin-kaynanalar (Semra -Sinem), kafasında bardak kıran sulu aşık yarışmacılar (Caner), yemek programlarında bile bir tutam gerginlik, hepimizin keyifle izlemesine neden oldu.
Sevda'nın Hande'ye "Ne dedin sen, çaaat!" ya da Memiş'in Keto'ya tokatlarını izlemeyen kalmış mıdır?
İzliyoruz, her şeyi sadece izliyoruz. 
İzlediğimiz her şeyi, zaman içinde "izlenebilir" bulmaya başlıyoruz.

Bugün Haber Türk Gazetesi'nin sürmanşet haberini hazırlamaya cesaret veren de
bizim izlemeyi seviyor olmamız değil mi?
Nasıl ki ürün satışlarını artırmak için kadın bedeni kullanılıyorsa, haberciler için de çıplak kadın bedeni üstelik sırtından bıçaklı çıplak kadın bedeni bulunmaz hint kumaşıdır. Bir taşla kaç kuş vurulduğunu siz hesap edin.
İnsanlıktan bihaber Haber Türk, o fotoğrafı kullanmaya nasıl karar verdi acaba???

Çocuklar etkilenir mi? "O kadar cazipti ki, o kadarını düşünemezdik"
Kadının ailesinin psikolojisi? "Canım, ne var? Yaşadıklarından daha mı kötü yani?"
Gelecek tepkiler? "Bizim sayemizde bu haberi sadece okuyup geçmediniz, bakın dikkat çekmeyi başardık"
Haber Türk'ün kimi yazarları, gazetelerini korkusuzca eleştirirken, kimileri de duruşunu sergilemeye korkarak, yanlışlarını gizliden savunma girişiminde bulundular.
http://www.haberturk.com/haber/haber/677263-bicak

Elde kalan tek gerçek, atılan kurşun kadar geri dönülemez bir durum olduğuydu.
Sanal ortamlardan yağan tepkiler sonrası, e-gazeteden o fotoğraf kaldırıldı. Fakat basılan ve dağıtımı yapılan gazeteler hala çocuklarınızın erişebileceği mesafede kaldı. Ve bugün bir şeyler daha normal kabul edilir oldu.

Gördüğü her şeyi uygulayabileceğine inanan çocuklarımız için, bugün yeni bir pencere açtık. Uçabilsinler diye!
Kendisini  Charizard (uçan pokemon)zanneden çocuk, 7.kattan atladı.
Kendisini Ninja zanneden çocuk, 2.kattan atladı.
Power Rangers izlerken uçan tekme atan genç, arkadaşının bacağını kırdı.





Hayatı dizi izler gibi izlemek...
Hatayı dizi izler gibi izlemek...


İzlemekten vazgeçemiyorsan en azından kanalı değiştir!

Çıkarken kapıyı da kapatırsan sevinirim.
BY

5 Ekim 2011 Çarşamba

Dikkat! Rol çalışması var

Bir torba dolusu rengarenk, boy boy misketlerim vardı.
(Kafliğim, ahh kafliğim! Bakmak isteyenlere torbanın içinden göstermekle yetindiğim, kaybolursa diye endişelenip üstüne titrediğim, kıymetli kafliğim)
Başa kalan oyuncunun başın ne tarafta olduğunu söyleyeceği an, oyunbozan biri ayağıyla huoop! bi yol çizerdi. "Kafliği bu yoldan yuvarlayacaksın" anlamına gelen bu acaip duruma "yol yapmak" denirdi. Sevmezdik, söylenirdik o yol yapımına...

Daha sonra belediyelerin bitmek bilmeyen, her seçim döneminde yenilenen yol çalışmalarını gördük. O derece delik deşikti ki yollar, çukur atlamalarında uzmanlaştık. Saydık, sövdük, nice küfürler öğrendik.
Sevmezdik, söylenirdik o yol çalışmalarına...


Fakat benim anlatacağım daha çok "rol çalışması" aslında.
Hani çok istediğin bir şey vardır. O kadar önemsersin ki, elde edebilmek için her yol mübah görünür gözüne..
Sonucun önemini bilir, yolu kısa tutmak için kendince ara yollar yaparsın.

Bekarsındır, evi versinler diye nişanlı profili oynarsın.
İşsizsindir, işi versinler diye deneyimli profili oynarsın.
İçkiyi alemi pek seversin, ama kızı versinler diye 5 vakit namaz profili oynarsın.
Se(k)ssizlik canına tak etmiştir, "versin" diye profiller arası tur düzenler, kör aşık profili yaparsın.

Yeter ki olsun. Hemen olsun. Sonu ne olursa olsun. Onu o zaman düşünürüm.
Oysa hayat kötü tesadüfler bileşkesi, oysa hayat ayna kadar yalancı, oysa hayat zangoç gibi tependedir.

Uyduruk nişanlı sayesinde evi tuttun, meraklı komşuların ensendedir. "Sedat Bey oğğlum, kızımız görünmüyor epeydir?"

Olmayan deneyimlerinle işi aldın. Gerçekler, bir telefon konuşması ya da patavatsız bir dost kadar yakınındadır.
"Abi helal olsun valla, aşçı yamaklığından sonra nasıl da İK uzmanı oluverdin, müdürüne de onu söylüyodum demin. Kıymetini bilin arkadaşımın diye..."

Kaportasını çok beğendiğin kızı aldın ama beynin ve uyumun önemini anlayacağın anlar her tekrarda daha boğucudur.
"Akşam Kumkapı'ya gidelim eğlenelim he, ne dersin?" "Aaaa! akşam yengemler gelicek, Eyüp Sultan'a gidicez. Nasıl unutursun, bugün kandil?"

Bir kadına kendini sevdirebilmek ve dolayısıyla uzun dönem seks partnerin olması için, kimliğinden ve kişiliğinden bile vazgeçtin. Ha! dediği yere han dikmeye didindin. Romantik göründün. Kültürlü göründün. Kibar göründün. İsmini yeniledin. Görünümünü yeniledin. Gardrobunu yeniledin. Parfümüne kadar yenilendin. Onun beğeneceği hale gelmek için çabaladın durdun. Ama biliyorsun ki, "özündeki sen" en beklenmedik anda pırtlayıp baş gösterecek kadar baskıncı ve muhalif, bütün oyunu bozacak kadar da patavatsızca dürüsttür


Üç maymunu oynatır "rol çalışmaları" 

Oyunda hile yaptığını görürsün, yakalamazsın.
Başkasının hatta senin anılarını sana anlatır, için için gülersin.
Saatlerce beklediğin sıraya seni kullanarak kaynak yapmaya çalışır, yandaş olursun.
Bilirsin ki hiç bir iyilik sebepsiz yapılmamıştır.
Kim olduğunu bildiğin için, iltifata ihtiyaç duymazsın. Bunun bir ara yol olduğunu anlarsın.
Tanıksız olaylarda abartının sınır tanımadığını gördüğünde müstehzi gülümser, geçersin.
Yol çalışmalarına gösterdiğin tepkiyi, rol  çalışmalarında göstermezsin.

O yolu bin kere gördüğün halde, bir kere bile kullanmadıysan, zoru seçmeye devam ettiysen, bunu kendine yediremediğin içindi. Ve sen sahtekarlığın, kolaycılığın, bedavacılığın içe işlediğini, hatta içten geldiğini bilirsin. 
Görmezden gelişin, "rol çalışmasının" düzeltilemez olduğunu bildiğindendir aslında.



Yeter ki olsun. Hemen olsun. Sonu ne olursa olsun. Onu o zaman düşünürüm.
Oysa hayat kötü tesadüfler bileşkesi, oysa hayat ayna kadar yalancı, oysa hayat zangoç gibi tependedir.


Ne kendini, ne başkalarını zarara uğratmamak için düşün...Şimdi düşün!



Çıkarken kapıyı da kapatırsan sevinirim.
BY

3 Ekim 2011 Pazartesi

KIYAK

Ölüm hakkında söylenen sözler, çoğunlukta kadere bağlanmıştır."Sayılı nefes" gibi, "Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane" gibi...

Bugün, Son Durak (Final Destination) filmini anımsatacak bir gün yaşadım. Ve filmdeki kadar ustaca kurgulanmış ölüm senaryosundan sağ çıktım.
Olay şöyle oldu ;

Bir gece önceden kusma, ishal şeklinde bir bağırsak enfeksiyonu yaşamanın halsizliğiyle, nane-limon yapmaya karar verdim. Cezvenin taşmasıyla ocak sön(müş)dü. Ve 2 saatlik uykudan sonra, kahve yapmak için ocağı açtığımda farkettim ki, diğer ocakta alev almış..

Sadece ışığı açmam bile yeterli olabilirdi oysa patlama için!

Bazı şeylere açıklama getirmeye çalışmak, anlam yüklemek boşuna sanırım...Mukadderat!
Neymiş efeniiim! vade daha dolmamış.
Ya da hayat bugün bu kıyağı yaptıysa, daha görkemli bir sürpriz hazırlıyor olabilir. Görücez!

Ben camı, pencereyi açtım. Sen de...

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

2 Ekim 2011 Pazar

Ağlarsa anam ağlar, gerisi SOSYAL AĞLAR

İnternete cızırtılı o tuhaf ses eşliğinde bağlandığımız günlere dönelim. Ne telefonun meşgulde olması ne de yüksek faturalar umurumuzda değildi. Varsa yoksa mirc, e-kolay, mynet. Yabancı olan ve muhtemelen bir kere daha yazışmayacağımız birine içimizi dökmek, terapi gibiydi. Sonra yavaş yavaş arkadaşlık siteleri ortaya çıkmaya başladı. Yonja, siberalem, arkadas.com, gayet-net vs derken iş büyüdü sevgili.com, evlilik.com hatta islamievlilik.com gibi çeşitlemelere kadar vardı. Bu esnada herkes mimar, makine mühendisi, reklamcı, doktor oldu :)
Önce içimizi döküp rahatlarken, şimdi olmadığımız / olmak istediğimiz kişiliklerle eğlenirken rahatlar olduk. Nasılsa kimse kimseyle buluşmayacaktı. Gerçekler ortaya dökülmeyecekti. Aynı dönem messengerın hizmete girmesiyle tanıdık-tanımadık herkesle her şey konuşulur oldu. Bu defa da msn yatıp, msn kalkar olduk. Hayat artık ifadelerden, renkli italik yazılardan, avatarlardan ibaretti. O dönem nice koç yiğit, msn yüzünden sevgilisinden ayrıldı kimbilir? Sevgililer arasında nice testler yapıldı ve niceleri  testi geçemeyip çuvalladı. Çoklu msn icat olundu da, ortalık biraz sakinleşti derken kameralar girdi devreye...Oyun sitelerinde oyun oynamanın da, forum sitelerinde yorum yapmanın da nihai amacı msndi adeta. Yine tanımadıklarımıza kendimizi, özene bezene yüklediğimiz resimlerimizi göstermek, "sohbetin ne hoş, samimiyetini buradan bile hissedebiliyorum" cümlesini milyonuncu kez duymaktan hala keyif almak...
Bir kaç canlı görüşmenin hayal kırıklığı sonrası, internetin sadece sohbet odalarından ibaret olmadığını keşfettik. Çember.net, Xing gibi hem sosyal iletişim hem de iş platformları yeni uğrak yerimiz oldu. Düzenlenen etkinliklere katılıp kartvizit alışverişleri de iş çevresini genişletmek kadar, yine yeni birilerini tanıma, tanışma içindi. O dünyanın da keşfi tamamlandıktan, işlevini yitirdikten sonra yeni mecralar gerekiyordu ki tam da bu esnada Facebook göz kırpmaya başladı. Eski arkadaşlara ulaşma çıkış noktasıyla yola çıkılan facebook, zaman içinde "ortak arkadaşların da etkisiyle" yine yeni arkadaşlıkların edinildiği bir alana dönüştü. Etkinlikler düzenlendi. Yıllar sonra çok eski arkadaşlarla ilk kez görüşüldü. Kimini bulmak sevinç kaynağı olurken, kimilerine ulaşmış olmanın pişmanlığı da yaşandı.
Önceki sosyal ağlarda, yeni birilerini tanımak ön plandayken facebook ayna kadar yansıtıcı oldu. "Bu şairi severim, bu takımın taraftarıyım, bu kitabı okur, bu şarkıcıyı dinlerim, bu partiye oy verir, bu politikacıya sempati duyarım" gibi tanımlamalarla kendimizi ifade etmek, kendimizi anlattığına inandığımız paylaşımları yapmak bize ayrı bir haz vermeye başladı. Bir çoğumuz deist, ateist, agnostik, alevi, hristiyan, katolik, elhamdülillah müslüman gibi inanç tanımlamalarımızı ilk kez yapıyor, ilk kez servise sunuyorduk. Biz o'yduk işte, o profil sayfasının bilgiler kısmındaydık...
Taptaze aşklar yaşandı, yıllanmış aşklar tüketildi. An be an, hayat orada yaşanır ve izletilir oldu. İkili ilişkiler için yeni köstek Facebook olmuştu. Artık her eş, kişilik haklarını savunur gibi savunur olmuştu arkadaş listesini  bundan rahatsız olan eşine...
Milyonlarca kez Can Yücel, Mevlana-Şems, Cemal Süreya, Can Dündar sözleri ve hatta çakmaları, kedili videolar, bebekli videolar, olağanüstü görüntüler, komik videolar ve şakalar paylaşıldıktan, milyonlarca kez yorumlar yapıldıktan sonra...
Fotoğraf albümleri oluşturulup, etiketlenmeler, "beğen-yorum yap"lar da yapıldıktan sonra...
Sıkı sıkı savunulan facebook da artık anlamını yitirmiş, kendimizi keşfetmenin keşfi de miadını doldurmuş oldu.
Sırada yepyeni, taze kan Twitter vardı. Facebookun aksine, paylaşım ya da beğenme esasına dayalı değildi. Facebookta bulunan ve bulduğuna çoğunlukla pişman olunan arkadaşlardan, iş arkadaşları, emmioğlu, komşu, öğretmenler gibi sosyal baskı unsurlarından uzakta, hür ifade meydanıydı.
Aynı özlü sözlerin paylaşıldığını görüp ekşiyen suratlar, espriyle zekice hazırlanmış 140 karakterle sınırlı özgün üretimli tweetler ile yeniden gülümsemeye başladı. Yıllar sonra bulduğu arkadaşının, aynı yerde otladığını görmesine rağmen  kabullenmek zorunda olmak gibi de değildi. Burada tarzını, yazdıklarını, ifade biçimini beğendiklerini takibe alıp, çok beğendiğin tweetleri favorilere eklemek ya da retweet yapmak esastı. Birini tanıyım, tanışayım telaşından uzak, daha çok yabancı bir ülkede büyük bir meydanda, aklından geçenleri kendi dilinde özgürce söylemek gibiydi. Sevdiğin, hayranı olduğun kişilere istediğin an ulaşabilmek de cabası...
Burada da herşey güllük gülistanlık değildi elbet. Hür ifade adı altında her an, savrulan küfürlere malzeme olmak da mümkündü, göz bebeği tweetlerinin çalınması da...
Google Amca 13. yaşına girmeden hemen önce facebook'un sürekli artan kullanıcı sayısına göz dikip, biraz Facebook, biraz Twitterı andıran 'Google Plus'ı kullanıma sundu.


Henüz bakir bir orman kadar sessiz ve huzur dolu olan Plus'ın çok yakında dolacağına eminim. Facebook'taki tarlasını, çiftini çubuğunu satıp göç eden çok olacaktır. Zaman içinde deneyimlerimi tekrar paylaşırım belki.

Nüfus Cüzdanı, ehliyet, cep telefonu kadar "kişisel" olduğuna inandığımız,
kartvizitten bile daha etkili sunum yaptığımız sosyal ağlar, aslında yalan ağlar...


"Pifff, bana ne bunlardan" dediğini duydumm!

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

1 Ekim 2011 Cumartesi

GÜNLÜK

Çocukken,  Uzay Yolu (Star Trek) 2000, Star Wars filan izlerken birgün ışınlanacağımızı ya da en azından Jetgiller gibi uçan arabalarımızın olacağını hayal ederdim. Yürüyen yollar falan yapıldı, tamam. Hatta ne yalan söyliyim, ilk kullanımda Jetgiller etkisi de oldu gün boyu üzerimde ;)

Ama el marifetiyle ve gizli saklı yazılan, annelerden ve özellikle sevgiliden saklanan günlüklerin, herkesle paylaşılabilecek bir şeye dönüşeceğini hayal bile edemezdim.
O yıllarda bunun hayalini kurmanın imkansızlığı kadar, dillendirmenin "deli" damgası kazandırması da söz konusuydu.

Fark ettiysen uzun cümleler kurmayı seviyorum ; sıkıcı ya da yorucu bulduysan burda vedalaşalım.

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY

EYYLÜL

Seni sevmem, bilirsin. Yaprakların sararması, dökülmesi, yağmur ve ona bağlı çamur hep senin işin...
Lahana gibi kat kat giysiye rağmen tir tir titremeler de senin başının altından çıkıyor.

Oysa oldum olası kuş olmak istedim ben, göçmen kuş...Yaz nereye, ben oraya!

Ben öyle duygusal biri diilim. Sararmış yapraklara baktığımda gördüğüm tek şey, sararmış yapraklardır.
Hüzünle beslenmem. Yağmuru romantik bulmam. Hele gök gürrrlemesinden nefffret ederim. Şakır şakır yağan yağmuru -izlemeyi bile- sevmem. "Evin ne tarafı akıcak acaba?" endişesi olmasa her şey farklı olur muydu?
Yok, olmazdı. Bu defa da sel basacak evleri, yüzen eşyaları, sersefil ev halkının suyu azaltma çabasını düşünürdüm. Keyifsizsin Eylül, keyifsiz!

Yağmur berekettir, yağmur romantizmdir, yağmur aşktır.Bla, bla, bla!
Fazla zengin işidir sonbahar ve kış...

Eyyy Eylül Efendi! Bugün gidiyosun işte, son dakikaların. Gelişini sevmediğim gibi (yerini daha kötüye bıraktığın için) gidişini de sevmiyorum.

Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY