5 Mart 2012 Pazartesi

Trak / Bırak

Unutma! Kapının koluna uzanacak yaşa geldiğinde, gitmeyi öğrenir insan. (P. Coelho)

Gitmeyi böyle öğrendik şüphesiz...
Peki ya bırakmayı, vazgeçmeyi nasıl öğrendik?
Bizden vazgeçildiğinde mi?
Hiç hazır değilken, hiç beklemeyeceğimiz kişilerce
Terk edildiğimizde mi?

Görüntü bulanıklaşsın...Hazırlanın, 80'lere gidiyoruz.

Bakmayın şimdi bebelerin bile elinde iPhone olduğuna...
Evlerde telefonun olmadığı yıllardayız.
Kahverengi, desenli perdeler
Divanlar, çek-yatlar, uyum telaşından bihaber mobilyalar ve insanlar...

Şehir dışından gelen amca-yenge-kuzen(ler) üçlemesiyle yatılı misafirliğin doruklarındayız.
Gece yarısı telefon sahibi komşunun annemi çağırmasıyla,
sütlü nesquik ve dallas dizi keyfimiz bölünüyor.
"Kardeşim bıçaklanmış, ağır yaralanmış, bir kavgaya karışmış" diyor annem.
Gidip gözleriyle görmek istiyor.
Babamın erteleme direnci bir kaç saat sürüyor ki,
gidilecek yol zaten 1-1,5 saat...
Gidilecek!
Israrlarımız, zırlamalarımız nafile...
Anne-baba gidecek, ertesi gün gelecek.
Kapıda vedalaşıyoruz.
Kuzen de iniyor aşağıya yolcu etmeye...
Altı başka üstü başka pijamasıyla ablam ve üstünde beyaz atletiyle küçük kardeşim de peşinden.
Her ikisinin de ayağında kapı önlerinde bekçi,
bakkala giderken giyilen şaftı dağılmış kadın terlikleri...

Balkondayım, 12 yaşındayım...
"Hayır"ların gerçekten de "hayır" olduğunu düşündüğüm yaştayım.
Annem el sallıyor, kapısını kapatıyor.
Babam el sallıyor, kapısını kapatıyor.
İki kapı sesi daha...
(Yıllar boyu defalarca içimde kapanmaya devam etti o kapı sesleri)
Trakk, traaakk / Bırak, bıraak...

Gittiler...
"Bir ben miydim fazla olan?"
Bırakılmıştım, ötesi yok.
Bırakabilmeyi öğrendim.
Hem de el sallayarak değil,
ardıma bile bakmadan...
Hem de candı, canandı demeden...

Öyle değil mi anne?


Çıkarken kapıyı kapatırsan sevinirim.
BY   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder